banner564

Sağ-sol değil Yeni siyaset

Özersay, Maraş’ın Türk yönetimi altında açılmasını, Mal Tazmin Komisyonu’nun çalıştırılmasını, vatandaşlık yasasının değiştirilmesini önerdi

Sağ-sol değil Yeni siyaset
banner598
 Halkın partisi Genel Başkanı Kudret Özersay iç ve dış politikaya ilişkin düşüncelerini dün sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama ile kamuoyuna duyurdu.
   Rum ve Türk tarafının federal çözümü farklı şekilde yorumladığını vurgulayan Özersay, müzakerelerden olumlu bir sonuç beklemediğini ima ederek, Maraş kentinin Türk yönetimi altında eski sakinlerin yerleşimine açılmasını istedi.
   Özersay, kuzeydeki Rum mülkleriyle ilgili olarak da Mal Tazmin Komisyonu’nun fiilen çalışır duruma getirilmesi için makul bir finansman modeli ile desteklenmesini önerdi.
   Özersay’ın düşünceleri şöyle: 
1. Yarım asırlık Kıbrıs müzakerelerinde BM parametresi, çoğu zaman tarafların farklı yorumladıkları, kendilerine göre anlamlar yükledikleri tek bir cümleden oluşur. 
Detayları bir kenara bırakacak olursak “iki-kesimli, iki-toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan ve iki eşit kurucu devletten oluşacak olan bir federasyon”. 
Federasyon denilen şey, yönetimin-yetkilerin paylaşılmasına, birlikte yönetme ilkesine dayanır. Bugün için Kıbrıs Rum toplumunun yönetimi paylaşmaya hazır olmadığı gün gibi ortadadır. Nihayetinde son 54 yıldır Kıbrıs Cumhuriyeti denilen devleti tek başına, üniter bir devlet olarak yönetmiştir ve buna alışmıştır, bu yönde siyasal bir kültür geliştirmiştir. 
   Federal ortaklıkta karar almaya katılım, temsiliyet, dönüşümlü başkanlık ve benzeri konularda Anastasiades’in nasıl ayak sürüdüğünü ve maalesef bunun Rum tarafında toplumsal bir temeli olduğunu görmek gerek. 2004 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi’ne yazdığı raporda Rum toplumunun yönetimi ve zenginliği Kıbrıs Türk toplumuyla paylaşmaya hazır olmadığını vurgulamıştı. Aradan 13 yıl geçti, Rum toplumunun bugün bizimle yönetimi paylaşmaya 2004’e göre daha fazla istekli olduğu, bu konuda olumlu yol alındığı söylenemez. Özetle mevcut BM parametresi olan federal çözümün temelini oluşturan yönetimin paylaşılması açısından 13 yıl geçmesine rağmen bir yol alınamadı. Yönetimi paylaşmıyorlarsa ve bunu görebiliyorsak, federasyon da dahil yönetimin paylaşılacağı ortaklık modellerinden, yönetimi paylaşmayı içermeyen işbirliği modellerine yönelmek gerekir. 
Önemli olan bunun adı değildir. Bunu tek taraflı olarak diğer topluma dayatmaya çalışmanın da bir anlamı yoktur. Samimiyetle ortak rıza temelinde Kıbrıs’ta bir anlaşmanın farklı modeller temelinde ele alınmasını konuşmak, barış içinde bir arada yaşamak (peaceful co-existence) için bu konuda diyalog kurmak gerekir. Kıbrıs Rum tarafının gerek mülkiyet, gerekse toprak konusunda federal bir ortaklık çerçevesinde var olan beklentileri daha farklı bir model çerçevesinde de ele alınabilir. Madem ki üniter bir devlet olmaya bu kadar düşkün, yönetimi paylaşmaya da bu kadar mütereddittirler, eğer gerçekçi olacaksak mevcut BM parametresini de, mevcut müzakere yöntemini de sorgulamak artık kaçınılmazdır.

Farklı anlayışlar var

2. Bugün BM parametreleri konusundaki bir diğer sıkıntı ise bu parametrelerden tarafların farklı şeyi anlıyor olmalarıdır. Evet, iki-kesimliliğin ne anlama geldiği BM kararlarında tanımlanmış durumdadır ve keza siyasi eşitlik konusunda da bir BM tanımı vardır. Öte yandan Kıbrıs Rum tarafı BM tarafından kayıt altına alınmış olan bu tanımları dahi kabul etmemektedir. Üstelik Rum tarafının AB üyeliği ertesinde gerek iki-kesimliliğin gerekse siyasi eşitlik bağlamında katılım ve karar almanın anlamı ciddi değişikliklere uğramış veya Rum tarafınca değişikliğe uğratılmaya çalışılmıştır. Özetle aynı cümleyi tekrarlayıp bu cümleden farklı şeyler anlayan tarafların olduğu bir uyuşmazlıktan bahsediyoruz. Bu anlamda da BM parametresinin gerçek ile ne oranda örtüştüğünü sorgulamak artık kaçınılmazdır.
3. Müzakereler mevcut parametreler temelinde devam etsin diyenler vardır. Kıbrıs Rum tarafı bunu, yani müzakerelerin ucu açık şekilde ve bu parametreler zemininde devamını neden ister? Paylaşmayı istiyormuş, federal çözümü istiyormuş gibi yapıp her kritik eşiğe, karar verme noktasına gelindiğinde yönetimi paylaşma iradesi gösteremeyen Rum tarafı müzakerelerin devamıyla statükoyu muhafaza eder de ondan. Müzakereler devam ettiği sürece ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin mevcut garip halini ya da temsili bir hükümete sahip olmuyor oluşunu kimse sorgulamaz da ondan. Bir yandan yönetimi paylaşmayı istemez ama diğer yandan bu türden bir paylaşım gerektiren federal ortaklık temelinde müzakere etmeyi talep ederseniz, statükonun devamından yanasınız demektir! Oysa bu türden uyuşmazlıkların çözülebilmesi için ilgili tarafların mevcut statükodan birbirlerine yakın oranda rahatsızlık duymaları, statükodan memnuniyetsiz olmaları gerekir (mutually hurting stalemate). 
Bugün KKTC’de siyaset sahnesinde “aynı sürecin devamından yana” olduğunu söyleyenler var. “Kaldığı yerden devam edelim” diyenler var. Oysa bu yaklaşımın süreci de, bu süreci yürüten liderleri de ciddi şekilde itibarsızlaştırmakta olduğunu, iki toplumu ise birbirine daha da bir uzaklaştırmakta olduğunu göz ardı ediyorlar. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlara varmak mümkün değil. Yıllarca sonuçsuz bir müzakere üzerinden siyaset yapan, bir kısmı ‘umut tacirliği’, bir diğer kısmı ise ‘korku tacirliği’ ile faaliyet yürüten siyasal hareketler oldu. 
Sonuçsuz müzakereler zaman zaman gündemi değiştirmek, içerideki başarısızlığı, kötü yönetimi, yolsuzluğu ve rant dağıtımını unutturmak için istismar edildi. Bu şartlarda müzakerelerin zemini hiç sorgulanmadan devamını istemek aslında bu şekilde bir sonuç çıkmayacağı bilindiğinden, statükonun devamını istemekle aynı anlamı taşır. Bu ülkede adil olmayan, yolsuzluğa, hukuksuzluğa ve partizanlığa dayanan düzenin devamını isteyenler ne kadar statükocuysa, müzakere süreci bu haliyle devam ederse sonuç alınamayacağını bildiği halde aynı şekilde devamını savunanlar da en az o kadar statükocudurlar.
4. Kıbrıs’ta zamanla bir parametreye “iki-kesimli, iki-toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan ve iki eşit kurucu devletten oluşacak olan bir federasyon” her iki taraf da böyle bir çözüm bulmak istediklerini söylediği için ortaya çıkmıştır. Birileri ve özellikle de BM, çözüm federasyon temelinde olmalıdır dedi diye değil. Kıbrıs sorunu konusundaki iyi niyet misyonunun temel karakteri yöntem açısından adım atarken de, içeriğe dair bir şey şekillendirirken de tarafların ortak rızasının alınması ihtiyacıdır. Genel Sekreter’in Özel Danışmanı konusunda taraflardan biri “benim bu şahsa güvenim kalmadı” demesi o şahsın görevden alınmasını gerektirir. Bu iyi niyet misyonunun doğasında vardır. İster bu adada tek bir halk var diyerek, onun self-determinasyon hakkı temelinde değerlendirin, isterseniz iki ayrı halk var diyerek iki ayrı self-determinasyon hakkı temelinde değerlendirin. Varılacak anlaşma ile nasıl bir yapı-model-ilişki biçimi kurulacağına karar verecek olan ortak iradedir. Bu nedenle “BM kararlarıyla elimiz kolumuz bağlı” sendromu yaşamanın bir anlamı yoktur. Taraflar bir zeminde, bir parametrede ortak rızaya sahip değillerse, örneğin bugünkü “iki-kesimli, iki-toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan ve iki eşit kurucu devletten oluşacak olan bir federasyon” cümlesinin yönetimi paylaşmayı gerektirdi ama Kıbrıs’ta bunun şartlarının olmadığı bir tarafça ortaya konursa BM o noktada durmak zorundadır. BM tarafların hangi parametreye göre hangi zeminde müzakere edeceklerini ele alıp, ortak rızaya dayalı bir ortak zemin bulmak zorundadır. Bu nokta çok kritiktir ama, aynı zamanda Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim neyi istediğimiz kadar neyi istemediğimiz, neyi gerçekçi ve gerçekleştirilebilir bulmadığımız yönündeki kararımız da son derece kritik bir değer kazanır.
5. Peki ne yapmalıyız?
a) Öncelikle yukarıda tarif edildiği şekilde federasyon da dahil yönetimin paylaşılacağı ortaklık modellerinden, yönetimi paylaşmayı içermeyen işbirliği modellerine yönelmek, müzakere parametrelerini de, müzakere yöntemini de tartışmaya açmak ve sorgulamak gerekir.
b) Öte yandan bu yapılırken, buna paralel şekilde insancıl konularda yapıcı ve işbirliğine açık olmak gerekir. Kayıpların bulunması ve kayıp yakınlarına yardımcı olunması; yeni sınır kapılarının açılması; orman yangınları, çevre kirliliği yaratan kazalar konularında yardımı vermek konusunda da almak konusunda da bazı tabuları artık kırmak gerekir.
c) Mevcut haliyle KKTC sürdürülebilir değildir. Bu nedenle “KKTC olarak yolumuza devam ederiz” veya “önümüze bakarız” demek sorunlara çözüm üreten bir siyaset ortaya koymak değil, sadece ve sadece hamaset yapmak olur. KKTC’de var olan düzenin, sistemin kökten değiştirilmesi gerekir. Bu iş öyle makyajla falan da olmaz. Bu toplumun ve KKTC devletinin kamu kurumlarının uluslararası toplum nezdinde, Türkiye nezdinde ve Rum toplumu nezdinde itibarını artırmak istiyorsak, bize saygı duyulmasını istiyorsak atmamız gereken adımlar vardır. Hem de hiç gecikmeden.
d) Bu köklü değişimi yaparken “KKTC tanınmıyor, meşruiyet ya da yasallık sorunu var” yaklaşımıyla bir ezber gibi sürekli tekrarladığımız mahcubiyeti bir kenara bırakmalıyız. 1983’te KKTC ilan edildiğinde alınan Güvenlik Konseyi kararlarının temelinde (en azından ortaya konulan asıl gerekçe) bizim “ayrılıkçı” olduğumuz iddiası yatıyordu. 2004 referandumundan sonra BM Genel Sekreteri Kıbrıs Türkünün ayrılıkçı olmadığını, uzlaşmadan çözümden yana bir tavır ortaya koyarak gösterdiğini vurgulamıştır. Bugün 2004’ten 13 yıl sonra, Kıbrıslı Türkleri temsil eden Sayın Akıncı hem İsviçre’de hem de seçimi ertesi bu sürecin her aşamasında ayrılıkçı değil, iki tarafın rızasına dayalı bir uzlaşma arayışı içerisinde olduğunu her anlamda bir kez daha göstermiştir. Özetle Kıbrıs Türk Halkı ayrılıkçı değil, çözümden uzlaşmadan yanadır ve uluslararası toplum da bunu görmektedir. Onun için bu anlamda Halkın iradesinin kamusal alanda yansıdığı KKTC’yi uluslararası tanınmamışlık açısından bir öcü gibi göstermekten vazgeçmemiz gerekir. Aşağıda kısaca vurgulayacağım adımlar atıldığı, uluslararası hukuka olabildiğince yaklaşıldığı takdirde bu devletin kurumları ve işlemleri yok sayılmayacak, muhatap alınacak, dikkate alınacaktır.
e) Atılması gereken adımları üç prensip esas alınarak 
şekillendirmeliyiz:
i- Kuzey Kıbrıs’ta etkin ve fiili kontrolün tam anlamıyla KKTC otoritelerinde olmasını sağlayacak adımlar atılmalıdır (AİHM’nin bu konuda bazı değerlendirmeleri dikkate alınmalıdır);
ii- Bu şartlarda uluslararası hukuka olabildiğince çok yaklaşılmalı, pek çok alanda uluslararası hukuka uyumlaştırma ilkesine göre yürünmelidir;
iii- Artık 1974’ün olağanüstü şartlarında olmadığımız dikkate alınmalı, olağanüstü şartlar temelinde düzenlenen fiili-hukuksal yapı revize edilmeli, normalleşme esas olmalı.
f) Atılabilecek bazı adımlar:
i- Kapalı Maraş’ın, Kıbrıs Tük yönetimi altında eski sakinlerine, mülkiyet hakları dikkate alınarak belirli şartlarda açılması, ülkede ciddi bir ekonomik canlılık sağlanması.
ii- Taşınmaz Mal Komisyonu’nun yeni ve makul bir finansman modeli ile desteklenmesi, fiilen çalışır duruma getirilmesi ve çok daha hızlı taşınmaz mal çözümlemelerine imkan verecek bazı değişikliklere gidilmesi.
iii- Türkiye ile KKTC arasında bir askeri işbirliği antlaşması yapılarak bugün var olan hukuksal muğlaklıkların giderilmesi ve bazı askeri bölgelerin sivil kullanıma geçirilerek kamu yararına olacak projeler için kullanılması.
iv- Anayasanın geçici 10. Maddesinin kaldırılması
v- Polis teşkilatının sivil otoriteye bağlanması ve yeniden yapılandırılması.
vi- Türkiye ile ülkeye giriş çıkış koşullarını ele alacak bir adli yardımlaşma antlaşması yapılması ve giriş–çıkışlarda asayiş sorunlarına yansıyan olumsuzlukların giderilmesi için ilave önlem alınması.
vii- Vatandaşlık yasasının değiştirilmesi, çalışma ve ikamet koşullarında ve prosedürlerinde kolaylaştırmaya gidilirken vatandaşlığa ülke şartları dikkate alınarak bir sınırlama getirilmesi (sağlık, eğitim ve alt yapı). Vatandaşlık verilme işlemlerinin şeffaf bir denetime tabi tutulması.
viii- Türkiye’deki “Kıbrıs İşlerinden Sorumlu” bakanlık gibi KKTC’de Türkiye ile ilişkilerden sorumlu bir bakanlık kurulması ve tüm kamu kurum ve kuruluşlarının Türkiye ile ilişkilerinde sadece bu bakanlık kanalıyla hareket etmelerinin ve bu bakanlığın bilgisi dahilinde hareket etmelerinin sağlanması.
ix- Sivil savunma, Merkez Bankası ve GKK komutanı gibi konumlara bundan böyle KKTC vatandaşları arasından ve KKTC’deki karar alma süreçleriyle görevlendirme yapılması.
x- Kara paranın aklanmasına karşı mücadele, yolsuzluğa karşı mücadele, insan kaçakçılığı ve insan ticaretine karşı mücadele, terörizme karı mücadele gibi konularda hem iç mevzuatımızın uluslararası hukuka uyumlaştırılması hem de uluslararası örgütlerle işbirliği yapılması.
XI- Bu ülkenin yıllar içerisinde gelişen kültürüne, laiklik başta olmak üzere çağdaş değerlerine saygı duyularak her alanda hizmet üreten bir devlet yapısı yaratmak.
Tüm bunları yapabilecek olan, bazılarının iddia ettiği gibi “sol siyaset” ya da “sağ siyaset” değil, her durumda toplumsal yararı esas alacak olan yeni siyasettir.

Güncelleme Tarihi: 15 Temmuz 2017, 10:34
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner473