banner564

ŞAH-MAT

Karşılaşıyorum her gün ama her gün aptallığın argümanlarıyla; kaçmak istiyorum insanlardan kaçmak, tutsağı oldum, kobay oldum, antropofobiya oldum... Aptal olmak istiyorum, belki aptal, belki de aptal olmaya aday, daha da aptal; kulak kabartıyorum insanların söylediklerine ve de söylemediklerine; tahkim yöntemi uygulayan çevrelerde çok geziyorum, çok görüyorum çıplak düşünceleri ve düşünmeden edemiyorum düşünmeyenleri; kalblerimizeithaf edilen damarlı lafları, insanların birbirine karşı kısmen kullandıkları kelimeleri... 
Nosyonumuz evcillik oyunu ve insanlığın kaybedilen usu; evin içinde 99 katmanlı botanik bahçesi, özsularını kabuklarından akıtan münzevi çiçeklerimiz; kovanlardaki bal gibi saklı ihtiyacımız olan bilgi edimleri, imdada yetişen akideleri, dertlerime çare olan yeteneklere sahip; karikatüre benzerdi artık kaygılandıran evlilikler ve evlilik “Hayır insanın aptallığına tahammül edemiyorum.” Biz icat ettik bazı oyunları, kendimize karşı oyun oynamak ve birbirimizle daha az konuşmak için... Toplumumuz köreliyor teknolojinin sığlığı içerisinde fikirsiz, zihinse allak bullak, düşünmeye vakit bulacak vakit yok!
Kötümserlik sistemi; bu bir fasit döngü, eleştirisiz bir yaklaşım ve konsepti insan paketlemedir. Ben de sizler gibi buranın bir mensubu olarak hiçbir şamata çıkarmıyorum. Bu bağlamda sefahat içinde yaşamayı bekliyorum, beklentiler içinde diğer beklentileri bekleyerek... Oldukça kurgusal bir fantazi muamalesi üşüştürülecek üzerime; acıma duygusu verilecek, gülümseme duygusu verilecek, bana istediklerim değil onların istedikleri verilecek... Çünkü sancı çeken doğum yapabilir, doğada evrimsel olarak durmaksızın doğum yapar; yeşilliğiyle şosesinin çevresi manzara afişlerinden oluşsa; gökyüzü bile görmese hiçbir yapı korkuluğunu, kirlenmese algılarımız, imgelerimiz güçlense, is kalıntılarında bile aydınlansa gözümüz, düzelse yırtık pırtık perdeler, kalksa bir mil gibi çekilmiş gözlerimize bu buğulu, yaldızlı harabeler...
Tahrik her yerde var biz tenezzül ettikçe, süvarisiyle bize at koşturtan çokdur. İbadet etmeli çok güçlü bir inançla, hayat bu heryeri dönemeçtir, hele hele yalnızsan kendinden bile uzaksan... Bağnazlığa düşme sakın! “Ben de Robinson gibi yalnızlığımın kumsalındaki kumlarda bir insanın ruhunun çıplak ayağının izini buldum;...” Kendime bile git gide yalnızlaşıyorsam; yalnızlığın izleri bana yalnızlığımı hatırlatacak; bu, yalnızlığın yanılsamalarının bana yaptığı en büyük hile olmasın? Ölen teşebbüslerimle ben kişilik kopuşları yaşıyorum-yaşıyoruz. Her gün yeni bir tiyatro sahnesidir farklı bir oyunla, mahrum kalamıyorum-kalamıyoruz. 
Aslında ben yokum yoklukla sürekli, varamadım daha varcağım yere bir şövalye gibi, göremiyorum daha problemlerimi dürbünle bile, daha bulunamadı rejimi, aramaya gerek yok bile onları ben onlarla yaşadığımı zannediyorum; durmaksızın akan bir çavlan gibi... Sallıyorum gözyaşlarımla kıyıdan mendilimi, unutuluşun diyarından selamları var keder ve ahçilelerin, her şey diken üstünde olmuştur-olacaktır. İhtar ediliyorum en mahrem yerlerimden; iflah olmam ben kendimi unutuşum ne zamandı? Alt üst oldu her şey, her yer bariyer, her yer işkencelik ve derin bir muamma; beni, yakın- yıkın izmirillo ile,öfkelenmeyim müsaitsem, ben tutsak değilim ki. 
Bu halet-iruhiye ile askıda kalanları çözemedim fakat, metelikte veremem ‘kimse’lerin duygularına. Budalalığıma küfrediyorum, aklım kıt mı ki benim, kendime itiraf etmeliyim cömert değil miyim ki? O kadar gayri ciddi hakaret, ilan etmişler sanki insanlığımın kıymetini, şahane arındırmalı felâketlerinden acunun kendimi... O yere gelebilirsem geldiğimde; biraz şaşkın, biraz uyurgezer olabilirim, muazzam sistemli çalışan biride... Bunların çok ötesinde bir yerde de telaffuzu kolay bir isimle törensel bir ahlâkla belirginleşen; adeta hamle yapmışım gibi,şerefim üstüne yemin ederim ki, kendimi oynamıyorum büyüklük oyuncaklarımla.
Bir başkası değilim matrak veyahut esrarlı, vızıltıya gelemiyorum hâlâ ve deaşağılayıcılığa... kendime aptallık ediyorum bu kasvetli yolda, nakaratlar söylüyorum farklı mekânlarda, mevzuat bu ya; arılaşıyorum steno daktilosuz röprodüksiyonlarla... Tenhâ galerisinde bir gölge-düşle birlikte oldum, evet birlikte olduk!Uyanıkyitikliğimize rastlayınca ve nostaljik bir paradoksa... Umudumuz var hâlâ geleceğe dair geçmişten gelen sinsice yaşadıklarımızla; sen bana egemen bir kültür, ben sensiz daha kültürlü ve birbirimize ücra... Yazılı olarak soruyorum hangi mesleği, hangi evliliği ve hangi âhenkli yaşamı seçmeliyim, yoksa daha farkında değil misin? Sen mi seçiyorsun sanıyorsun bunları? Tutarlı bir kurgusallıkla; tinsel mi tensel mi?
“Beyaz kare mi siyah kare mi?”.
 “...dünü anlatmanın bir yararı olacağını sanmıyorum, çünkü dün başka biriydim.”
Enlemin ve boylamın ne kadar kusursuz ve kocaman olursa olsun çıt çıkmıyordu kalbinden fakat, çat pat kahrına dayandım; çalı çırpıyla, göz alıcı zahmetimin üzerini özentinle örterek, her gördüğümde seni azarlayıp; reverans yapmaya yelteniyordun bana, üstelik yelleyerek saçlarımı o müthiş kısacık eteğinle, nankör patiklerinle, betin benzin atmış, istediğine ulaşamıyordun... İşgallerine maruz kaldım her gece, her gece. Küstahlığında bu kadarı, ey düşlerin efendisi düş!, sıyrıl ve düş levhanla kafamdan; kıkırdıyorsun düşlerinle, düşüşlerinle, kestiremiyorum... Bu parkurda çok koştum sana sesleniyorum, çok yalvardılar boşlukta yelpazeleriyle, şangırtı ve patırtıya gerek yoktur dedim, ne de zangır zangır bahanelere...
Utana sıkıla, kristalize bir nargile fanusunun şeffaflığında yaralarım var; hiçliğin merhemini sürmek için eklemlerime, sözcüklerimi fokurdatarak kaynatıyorum tiz bir tencerenin içinde; tüm yalımlı, huylu-huysuz, davranış biçimlerimi, zikzak eden patakladığım sezgilerimi... Ödleri patlayana kadar üniformalı sözcüklerimi pudraladım, bukleledim; evire çevire, sere serpe, hop oturup kalkarak, hapşırarak, aksırarak-tıksırarak, uluyarak ekseni etrafında dönen sanrılarımı zaptetmek için ürkek ürkek, ansızın, başıboş panikledim. Düştemiydim? Düşüyor muydum?, yoksa, fal taşı gibi açık mıydı gözlerim. Usulca kırıntılarını toplarken düşlerimin; bir kuzgun gördüm içime çöken karanlığın içinden silkindi; korkularımüzerimden, bıkkınlıkla söylendiğim nedir?, bu bilmece dedim... Küçümsercesine bahse girerim ki bu hayatın görkemli ve kaliteli konserlerinden biridir. 
Zalimlikle çimdiklesin beni biri, gücenmem ona, yalnızca ağladıktan sonra ovuştururum gözlerimi,ben günümü boyamakla meşgul, kendimi bile kendime göre sıklıkla garipseyen; ite ite benliğimi, bir başka kişeye, karo papazına dönüşmek istemeyebilen; pekala, kendimi infaz ederek pek de cimrilik yapmamışım bu konuda, alt tarafı bir deste iskambil kağıdı masada kendime doğru irkiltiyorum, her bir karakter kartını... “Kendini başkalarına göründüğünden ya da görünebileceğinden farklı biri olarak görme ki, başkaları da seni başkalarının gözünde başka biri olmaya çalışan başka biri olarak görmesin.” Sense, miskin bir Griffin; iç çekerek yanıma geldin. Tüm temponla, tüm kedileri sarsıp dört ayağından balkondan aşağı attın, tüm melankolik trampetleri somurtarak çaldın, avazın çıktığı kadar; kısık bir sesle değil, kalabalığın bir kanıta ihtiyacı varmış gibi, kendine gelmeye yakın bir tavırla, locandan; soluk soluğa, yüceler yücesi takma peruğunla, adımı karamalarla gıcırdatarak; o eşsiz görgümü, mutluluklarımı alıp beni terk ettin.
Haftanın Şiiri:
“Bismillah”
Münir Nurettin Selçuk’a
Uhrevî, ıtırlı, ipeksi bir sesle;
uçuş sahası geniş;baharına, kışına,
emsalsiz, eşsiz, kadife karasevdaya;
ruhu geniş, havada uçuşan yâlellere,
şarkılarda engin öpüşlere, sevişmelere,
estetiksel kelimelere ve meleklere,
esrimişaksadelere, hâlelere.
Bir gececik söyle o ceylanıma;
gönül bulamaz senden ala dost!
Vay o gönül, gül kokulu rüyâlarda;
aybettim, çağıramadım nikâhıma,
gözyaşlarımı döktüm yaseminlere;
yalnız döküldüm yaprakları gibi,
sarardım soldum, nen nen nenni...
Mesâfelerinden ah!Kâdehlerine;
lezzet mi olur yürekte sevmeyince,
bülbüller beyaz tülleriniüfleyince;
bakışlarını, bakışlarıma veâşkımıza,
affet beni sevgilim, günâh yaptığıma,
sokulmazmısın maharetle sırat köprüsü
gözlerime, bir kere, sadme ve dimağın ile
bahtım, gelinciğim, sen, Allah’ın nurusun 
alınyazımda, hayâl meyal yanımda, sıcak,
o tatlı Çamlıca tepelerinin kır kokususun
İncinir, yıkılır, alışacağına vicdanım seni
Gelir çatar ayrılık, Aşiyan mezarlığında
Sen balarısı, bir başkaldırı. Bardağımda
meltemli ıhlamursun,kokluyorum seni
İstanbul’um ofaman of aman of aman.
YORUM EKLE

banner608

banner474