banner564

Sona doğru gidilirken

   İngiliz gizli belgeleri eskiden 30 yılda bir halka açılıyordu...
   Şimdilerde bu sürenin 25 yıla düşürüldüğü belirtiliyor...
   Yıllar önce Londra’da Public Recor office (Devlet Arşivi) tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesinde, yani 1959-60 yıllarına ait belgeler açıklanmıştı...
   O dönemde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin müzakereleri yürüten Atina’daki İngiliz Büyükelçisi’nin, Yunan hükümet yetkililerine bir uyarısı olmuştu:
   “Sakın uzlaşı aşamasına gelindiğini kimse bilmesin. Aksi halde Başpapaz (Makarios) halkı sokaklara döker ve bu anlaşma olmaz...”
   Yunan ve Türk hükümeti yetkilileri, İngilizlerin uyarısı çerçevesinde hareket etmiş ve insanlar bir sabah uyandıklarında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğunu öğrenmişlerdi...
   Merhum gazeteci abimiz Özer Hatay bir gün anılarını anlatırken, 1960 anlaşmalarının ilanından sonra Kıbrıs Türk Yönetimi’nin atılan bu adımı sevinçle karşıladığını, hatta siyasi liderliğin sevinç gözyaşları döktüğünü söylemişti...
   Ancak; dini lider olmasına karşın İki Toplumlu devletin Cumhurbaşkanı ilan edilen Başpiskopos Makarios, dönemin en faşist ‘hayırcı’larından Tassos Papadopulos ve diğer EOKA liderlerini tatmin etmek için, Cumhuriyetin ilanını “ENOSİS’e giden yol” olarak takdim etmişti...
   Bir yandan iki toplumun ortaklığına dayalı bir devletin kuruluşu ilan ediliyor, diğer yandan bu oluşumun ‘ENOSİS’e giden yol olduğu söyleniyordu...
   Nitekim 3 yıl gibi kısa bir sürede başlatılan silahlı saldırılar, Makarios’un söylediklerini haklı çıkarıyordu...

Geçmişten ders çıkarmak
 
   Peki Rumların bu niyeti değişti mi?..
   Kesinlikle hayır...
   Bugün oldu hala ENOSİS’in öldüğünü söyleyen yoktur...
   Komünist AKEL bile, iki toplumlu, iki bölgeli federasyonun ‘En acı çözüm’ olacağını söylüyor...
   DİKO, EDEK, Çevreciler, Elam, Vatandaşlar İttifakı gibi partiler hiç çekinmeden “Askeri çekseniz de, garantiler son bulsa da, tüm Rum mülklerini iade etseniz de iki bölgeli federasyonu kabul etmiyoruz” diyor...
   Ne var ki; Anastasiadis ‘birinci hedef’ olan Türk askerinin adadan çekilmesi ve garantilerin etkisizleştirilmesini öncelikli hedef olarak belirleyip, ilerlemeye çalışıyor...
   Aslında, kendi toplumu ve milleti açısından akıllı bir siyaset izliyor...
   Çünkü Türk askeri tamamen çekildiği ve garantiler sulandırıldığı takdirde ‘ana hedefe’  ulaşmanın 1960’tan daha kolay olacağını biliyor...
   O nedenle de, ilk 4 başlıkta arzu ettiği tüm tavizleri elde ettikten sonra, müzakere sürecinin bertaraf edilmesini kesinlikle istemiyor...
   Sürecin bertaraf edilmesi halinde ne tür tehlikelerle karşılaşılacağını da iyi hesap ediyor...
   İşte; ikinci Cenevre zirvesi sonrasında yaratılan ‘olumsuz’ havaya karşın liderlerin bir akşam yemeğinde uzlaşmaları ve ‘takvim belirlemelerinin’ temelinde bu vardır...
   Ayrıca uygulanan strateji 1959-60’taki müzakere taktiklerinin bir tekrarı şeklindedir...
   Bir anda ortam geriliyor, her iki lider de kendi halkına “sizin için mücadele veriyoruz” mesajını gönderiyor ve gerilim yaratıldığına ilişkin haberler sonrasında bir anda yeni uzlaşı adımları gündeme geliyor...
   Ancak artık oyunun sonlarındayız...
   Tünelin ucundaki ışık görülüyor...
   İlk 2 günde toprak dahil tüm başlıklarda ‘Kıbrıslı uzlaşı’ sağlanacak...
   Sonuncu gün analarla gerçekleşecek buluşmada imzalar atılacak...
   Böylesi bir ortamda anaların diyeceği bir tek söz olacak:
   “Mesut olsunlar”...
YORUM EKLE

banner471

banner474