banner564

Tarihi Ermeni mesajı ve Struma faciası

Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Ermeni meselesiyle ilgili ‘taziye mesajı’ dünya kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırdı...

   Türkiye’nin son yıllardaki artısına bir artı daha ekledi...

   Bazı kesimler, bu mesajı farklı yönlere çekmek isteyebilirler...

   Ne var ki; 100 yılın sorununu çözmekten ziyade, ilişkileri iyileştirme yolunda atılmış bir adımı başka yönlere çekmek doğru değildir...

    Başbakan Erdoğan 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz" demekle Türk insanını küçük düşürmedi...

   Tam tersi, hemen her fırsatta Türkiye’nin karşısına çıkarılan bir sorunun artık gündemden kalkmasına ve Türk-Ermeni dostluğunun yeniden oluşmasına katkı sağlayacak bir adım atılmış oldu...

   ABD Dışişleri Bakanlığı, Başbakan Erdoğan’ın mesajından memnun olduğunu açıkladı...

   AB Komisyonu'nun genişleme ve komşuluk politikasından sorumlu üyesi Stefan Füle de öyle...

   Dünyanın önde gelen gazeteleri ve haber ajansları, bu mesajı övgülerle ön plana çıkardı...

   Türkiye Ermenileri Patriği de iletilen taziyeyi sevgiyle kabul ettiklerini söyledi.

 

Özür dilemek erdemdir

 

   Taziye mesajı yayınlamak veya geçmişle ilgili bazı konularda karşılıklı özür dilemekle hiçbir kaybınız olmaz...

   Kıbrıs’ta sınır kapılarının açılması sonrasında, Politis gazetesinin o dönem Genel Yayın Yönetmeni olan Andreas Parascos’u bir TV programında konuk etmiştim...

   Parascos o programda, Kıbrıslı Rumların 1963’te yaşananlardan dolayı, Kıbrıslı Türklerden ‘özür dilemesi’ gerektiğini söylemiş “ben şu anda bunu kendi adıma yapmak istiyorum ve Kıbrıslı Türklerden özür diliyorum”demişti...

   Andreas bunu yapmakla ne kaybetti?..

   Hiçbir şey!..

   Tam tersi benim gibi çok sayıda Kıbrıslı Türk’ün kalbini kazandı...

   Bir insana veya bir topluma yaşadığı acılardan dolayı taziyede bulunursanız, iyi niyetinizi ve dostluğunuzu göstermiş olursunuz...

   Özür dilemek de öyle...

   Karşınızdaki bunu anlar, ya da anlamaz...

   Ama siz insanlık görevinizi yapmış olursunuz...

 

Sırada Struma özrü olmalı

 

   Yine acıların yaşandığı İkinci Dünya Savaşı’na dönelim...

   O dönemde büyük bir deniz faciası yaşanmıştı...

   Bu facianın nasıl ve ne şekilde meydana geldiğini ilk kez geçtiğimiz yıl “Besim Tibuk’un gözüyle Türkler ve Museviler” adlı kitapta okumuştum...

   Net Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Besim Tibuk, Struma Faciası’nı şöyle özetliyor:  

  “Struma olayı tarihimizde çok üzücü bir olaydır. İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük deniz faciasıdır.

  Bu faciada Türk hükümeti met ediliyor, İngiltere kötüleniyor ama baktım tuhaf bir durum var.

  Romanya’daki  Museviler Alman saldırısından canlarını kurtarmak için bütün paralarını verip eski bir gemiye doluşuyorlar. 700 kişi, çoluk çocuk.

  Filistin’e gitmeye çalışıyorlar. İstanbul boğazına ulaşmışlar ama Türkiye geçiş vermiyor.     

  Sarayburnu’na demirliyor gemi. Gerekçe; İngiltere Filistin’e geçiş vermiyor. İngiltere’de o sıralar Arapları kızdırmayayım diye düşünüyor.

  Zavallılar üç ay boyunca o gemide bekletiliyor. Pislik içinde hastalananlar, ölenler...

  Hitler’in güçlü zamanı. İstanbul’daki Musevi cemaat da kendi canının derdinde. Yiyecek yolluyorlar en fazla. Gemiden atlayanlar karakolda yalvarıyor bizi hapse atın diye ama tekrar gemiye yollanıyorlar.

  İçlerinden bir şanslı aile kurtuluyor sadece. O da çok büyük bağlantılar sayesinde oluyor.

  Mobil Oil’in Romanya temsilcisi mühim bir Yahudi aile. Amerika’dan mesaj geliyor  Vehbi Koç’a. Vehbi Koç o zaman CHP parti meclisinde ve o sırada Amerikalı firmalardan temsilcilik almaya çalışıyor.

  O dönemde Türkiye’ye temsilcilik aldın mı zenginleşiyorsun, çünkü gelen her maldan yüzde 10 alıyorsun. Başka Amerikan firmaları da devreye giriyor. Koç zaten hatıratında anlatıyor bunları.

  Vehbi Koç, İhsan Sabri Çağlayangil’e gidiyor. Çağlayangil o sırada Ankara’da yabancılar şube müdürü. “Amerikalılar rica ediyor, bu aileyi kurtaralım. Ben temsilcilik alacağım, memlekete de faydalı” diyor. Çağlayangil, “Bu beni aşar, git Bakan’a söyle, bana olumlu işaret verirse aileyi alırız gemiden” diyor.

  Vehbi Bey Bakan’a çıkıyor onay alıyor. Aileyi alıyorlar gemiden kara yoluyla Suriye’ye gönderiyorlar. Suriye’den Amerika’ya gidiyorlar.

 

Peki gemide kalanlara ne oluyor?

   İngiltere, ‘Kadın ve çocukları alırım’ diyor. Geminin motoru çalışmıyor, bizimkiler bir römorkörle çekip Şile açıklarında bırakıyorlar. Gemi torpilleniyor ve yolcularla birlikte batıyor. Sadece 19 yaşındaki bir genç  yüzerek kıyıya geliyor ve bir tek o kurtuluyor.”

 

Savaşın ve hatalı politikanın sonucu

   Sayın Tibuk’un anlattıklarını okuduğum zaman, çocukluğu savaşın içinde geçmiş bir insan olarak çok üzüldüm...

   Masum insanların yok edilmesi bu kadar kolay olmamalı...

   Daha doğrusu insanları yok etme üzerine siyaset yapılmamalı...

   Türkiye’nin, Struma faciasındaki sorumluluğu, Hitler’in baskısı altında 700 Musevi’nin aylarca gemi hapsinde tutulmasına izin vermesidir...

   Kendi ülkende bunu yapıyorsan, bir özür de Musevilere gitmeli...

 

YORUM EKLE

banner471

banner474