banner564

Toplum olarak ne istiyoruz?

Güney Kıbrıs’ta kutlanacak anma günlerinin yetkisini Rum Meclisi’nden alarak, Rum Eğitim Bakanı’na veren yasa tasarısını yürürlüğe koymak yerine, imzalamayarak Rum Yüksek Mahkemesi’ne göndermeyi seçen Nikos Anastasiadis’e ne demeli veya ne diye biliriz? Adamın tek derdi seçim. 
Peki, bizim derdimiz ne?
Uluorta soracak olursak, toplumsal sorunların farkındalığı yüksek bir milletiz. Diyalog Medya Grubu’nun her hafta köy köy dolaşarak “Halk Meclisi” adı ile canlı yayınladığı televizyon programında, halkın dile getirdiği sorunlar artık ezberimize kazındı. Fakat genelden özele indiğimiz zaman, yani bireysel olarak herkes, biri iki, ikiyi dört yapma peşinde. Hele hele şu günlerde seçim yaklaştığından mıdır nedir, yıllardır alışıla gelen seçim hazırlıkları bilindik metotlarla devam etmekte. Kısaca seçimin müjdecisi olan arsa dağıtımları, borç silmeler, devlet kaynaklarından kredi vermeler ve benzeri hareketlilikler yerel basının gündeminde yer bulmakta şu günlerde. İki toplumlu görüşmelerde ne olmuş, ne durumdayız, nereye sürükleniyoruz konusunda birkaç kişinin dışında kimsenin umurunda değil gibi!
Görevinde ikinci yılını dolduran Cumhurbaşkanımız Mustafa Akıncı, göreve geldiği günden itibaren 2017 yılı başına kadar birkaç kez referandum için değişik tarihler vermişti. Yaşanan plebisit krizinden sonra görüşmelere yeniden başlanınca, sanki görüşmeci liderler rol değiştirmişçesine Sayın Akıncı ümitsizce görüşmelerin aynı çerçevede bir döngüye girdiğinden söz ederken, Sayın Anastasiadis ise görüşmelerin verimli geçtiğinden bahsetmektedir. Ayrıca Sayın Akıncı’nın Temmuz ayında yeni gerginliklere gebe bir durumla karşı karşıya kalabileceğimizden söz etmektedir ki nerden nereye diye düşünmemek elde değil.
***
Geçtiğimiz hafta vilayet polemiği bayağı bir gündem yarattı. Her zamanki gibi her kafadan bir ses çıkarken görüşler genelde olumlu ve olumsuz olarak şekillendi. Şurası bir gerçek ki, bir bütün olmayı başaramadık. Tek ses, tek yürek bütünlüğünü sağladığımız zaman, ancak o zaman birileri bizleri dikkate alacaktır. Fakat şu vilayet konusunda ben de bir şeyler söylemek isterim. Adadaki Türk varlığı hep Osmanlı’ya dayandırılır ve adanın Osmanlı dönemindeki yönetim şekli vilayetti. Osmanlı sonrası İngilizlerin adadaki yönetim şekli de vilayetti, yani kısacası toplum olarak bu yönetim şekline pek de yabancı değiliz. Sayın Yiğit Bulut’un “KKTC, Türkiye’nin denizaşırı bir vilayetidir” söyleminde sadece 82. vilayet olma konusunda emin değilim. Bence KKTC deniz aşırı bir vilayet olacaksa 100 numaralı vilayet olmalı. Hani diyorum Türkiye büyük bir ülke ya, kendi ülke sınırları içinde vilayet sayısını artıracaksa, biz deniz aşırı vilayet olarak arada kalmayalım diye! Hem acaba vilayet olma konusunu biz Japonya’ya da teklif edebilir miyiz? Niye Japonya? Çünkü orada harakiri (seppuku) yapılıyor. Japon toplumunda kabahatli olmak ve bu kabahatin toplumca bilinir hale gelmesi çok büyük utanç sayıldığından harakiri uygulanabilmektedir. Belki bu şekilde kirlenen toplum-siyaset ilişkisini de kökten temizlemiş oluruz.
Her şey bir yana, gerçekten biz ne istediğimizi biliyor muyuz? Yoksa ne istediğimizi bilmediğimizden, günün birinde şöyle ya da böyle önümüze konacak herhangi bir olasılığa şimdiden razı mıyız? Bir an önce kendimize bir yol çizip toplumsal mutabakat sağlamalıyız. Hatta ilk önce çok parçalı ekonomik çalışma hayatımızı düzenleyerek bu sürece başlamalıyız. Çünkü ekmek kavgası başka hiç bir şeye benzemez, ne ulusal dava dinler, ne toprak ne de bayrak…
Güzel bir hafta dileklerimle, herkese iyi pazarlar.
YORUM EKLE

banner608

banner474