banner564

“Azıcık daha fazla; ve çok daha eksik.”

         Bunca vaadin içerisinde uzamlığın köselesinden yapılma tekdüze iletişimsizlik; yaşlılığın gamsızlığıdır. İnsan rengi ve cüssesiyle kabahat işler, mat olur belki de tüm gevşek yalnızlıklar, anbean, vukuatsız geçmez ömür ve anons edilir bir hatanın başlangıcı ve yeni bir mevsimin ayazı başlar avantajıyla, üzüntüsüyle... Iskartaya çıkar eski duygular, gücümüz yettiğince dayanırız acının delegasyonlarına ve bir komite kurarız duygulardan; yaşlı hissederiz kendimizi eğer bizden daha gençler acılarımızı bizim yerimize taşıyorlarsa. Sabırsızlık bile bitap düşmüş bu bulvarda, randevularını ertelemiş, bir alay mecburiyetin içinde tadı tuzu kalmadı ayrılığın; bizzat kendisi insanın fersah fersah kendini aşan bir kendini beğenmişlikle, nankör, havai çelişkilerle hayatını sürdürür. Güya kalbinde mütevazi bir dekor, kesif bir rüyâ tüneli, devasa bir düşünce koridoru, kendini holün en büyük aynası sanıyor; oysa tezgâhına koymamış mukayeseleri ki fark edebilmek için kendi değerini, ki yaver gitsin herşeyi; şen şakrak makyajı, mahrem teninde çıkan ahlâksız öpüşlerini, çıkartmak için su gider’inden iliştiriverilenleri... 
 Her gün evden çıkarken mecburi vestiyerden hafızamı koyduğum gibi geri alıyorum. Tütünle pes etmeden mücadele ediyorum. Her halukârda meçhul bir sadaketle her gün yaptığım hareketlere sadığım. Gong darbesiyle güne başladım. Böylece, rengârenk hücum ederken hayatın arkeolojik tüm renklerine, imkân yaratmaya tüm reflekslerimle nirengi noktalarına insanların; matah gözükmeden, kapitalist süprizlere itibar göstermeden, davranış diyalektiğimi didik didik ederek, zafer yolunda neler başarmadım ki; üstüne üstlük, esef duymadan kimseye, yeni imajımla yankılandım. Bir taslak olarak az bir aydınlanma göstermedim, firar etmedim tüm sorumluluklarımdan, tüylerim diken diken olmadı, maruz kalmadım şiddetle cezalandırılıp herhangi bir yaptırıma, hiçbir projede pervasızlığa sürüklenmedim, yalnızca kendime yabancılaşıyordum.
Kuşkusuz bürokratik bir refah içinde yaşamaya çalışıyorum; meşakatli, gencecik bir lokomotife bağlanmış; yaşadığım katıksız kabuslarım hariç, cereyan ediyor açık pencereden esen rüzgâr, abajurun yusyuvarlak ışığı, petunya kokulu bahçemiz, uysal iltifat isteyen kedilerim, taptaze incirler, yudum yudum akıp giden mahcup sular, uç veren, filizlenen çiçeklerin yortusu, tepeleme topraklar... Tıka basa kemikleşmiş tedbir dolu hayatımız, şu felce uğramış manidar beynimiz, ataletle savaşıyor -diğerleri gülmekten kırılarak seni küçük düşürmek için uğraşıyor. Körü körüne düşmemelisin karanlık kuyularına, orda onların sıkı sıkıya talimatları var. Bencillikle bocalamanı bekliyorlar. Aidiyetin kime olmalı?, hangi dönemeçten sapmalısın? –Bu egzotik sağırlıkla nere kadar kırıcı olabilirsin-, nere kadar taban tepebilirsin? Yol çok vaatkâr ve çetin, konfordan uzak nere kadar bu hengâmede... 
 Her yerde gözüm debelenerek görüyor bir simetrisizlik; ayan beyan ortada emareleri, daha çoğunu tasavvur edebilir misiniz hele bir, -hummalı yakınlaşan, engebeli geleceği şu silkiniyordu, şu posası çıkmıştı, şu dizginlenemezdi, ‘stamina’sı bitip tükenmişti, -kendimi verdim oysa başkalarının güvercinleri için, onlarsa kendilerini asansör boşluklarından birer lakayt obje gibi bıraktırdılar; tepetaklak eşeylediler, polen polen kendilerini sessizliğin pervazında ve – harfler karanlıkta şuursuz birer enkaz gibi iğreti durdular... Tatsız tuzsuz söylenecek ne çok şey vardı. Beni kamçılayan, kafamdan kolayca def edemeyeceğim ne çok şey... Gerçekdışı bir olumsallığı özlemle çekiyorum avizeler içimde, vals ederek düşünülenlerle hoyratça, biz birbirine girintili ve mesafeli birçok yeniyetme oval kafadar, birbirimizden mükellef, ant içmişiz gibi dalmışız tefekküre...
Arada bir böyle orkestralarda laçkalık olabilir. Serap görmediniz her an herşey gerçekleşebilir. İmrenerek baktığınız bir malikânede, herşey yavan gelebilir insana, aksilik bu ya! Her manevrayla insan yanıltılabilir. Şimdiyse; yaşlılık huzur vermiyor insana, kabuk bağlamış duygular, davranışlar dörtnala değil, düşüncelerin ritmi bozuk, yoksullaştırdık kendimizi sosyal açıdan, arduvaz rengi pancurlar arasından bakarken kinlenecek değilim, emel ve icraatlarımı zamanında yapmıştım. Şimdi, zırhım üzerimde, mırıl mırıl genzimden konuşuyorum, balmumundan rüyâlarım hâlâ var. Ağlak veya ayyaş değilim, inkâr edemem cenazelere gidip ağlıyorum fakat, içemiyorum, sonlanmayı bekliyorum, perişan değilim düşlerime kenetlenmiş, afallamayan, kararsız değil, zaten “Hayat bir bozulma sürecidir.”Fitzgerald. Gitgide hayat daha da az kıvamlanır, profilin gelişir veya dalgalanır, atomu buldun mu çok şanslısın, yoksa daha embriyonun içinde işgüzar birinin gelip seni çıkarmasını mı bekliyorsun...
Hayat bize gelsin diye beklerken; onun silueti ile yaşıyoruz, bizi yanıltan etrafımızda gördüğümüz sonsuzluğa doğru genişleyen bitip tükenmez arzu ve isteklerimizdir. Hayatı her yerinden sarın-yakalayın tercihleriniz sizlerin kalblerinde...





ÖLÜ YİYEN SEVGİLİLER
seni mekânsız ney sesleri içinde üflerdim de,
aynalarda teselli bulamazdı hayâli şekiller; 
ıslanırdı gözbebeklerinin kanayan renginden,
bir imâ gibi kalırdı aklımda biçâre gölgeler. 
kâğıt dudaklarında ölümü yiyen sevgililer,
mûciz bir melânkoli kâdehlerinden dökülen;
şehrin tenhâsı, ay lâmbaları, kabûs ve ülser, 
esrarlı bir gecenin kırık dökük geçmişinden.
söyleyin! sükût ve zaman, ücra harflerden,
nerde sevgilim, ben nerdeyim, burası neresi;
müphem şeyler, kayboluş bekçisi, o ve ben!,
birsırgibi arkamdan gelir, şifâ verir saatler.
ihtirasın kattığı roller şuur gibi derindirler, 
azıcık okşasan değişiyor herbir söyledikleri; 
tekrarı yokmuş gibi yaşasaydım aksâdeleri,
eskirdi öpüşlerinin noktası, virgülü, âhengi!.
zehir yeşili gözlerin âh! o rüyâlarımın şaheseri,
meleklerin rüzgârı eteğinde peri merdivenlerin;
uçuşuyor kutsî beyazlığında seher kelebeklerin, 
sevgili!, kalb gribim geçti artık seviyorum seni. 
YORUM EKLE

banner471

banner473