banner564

“Eureka”*

Ayrılıklarında bir zamanı var, kırpışırken evin şamdanlarında uzun süre yalnızlığımı, çaktırmadan çürür saniyeler geometrik dünyamdan; düpedüz insafsız, seçilemez bu düzlemde bana bir psikolog lazımdır. Bu kavrayışsızlığımla, afallamış her tarafta kubik nesneler görüyorum, her türlü uzunlukta, genişlikte ve yükseklikte... Zaman zaman durağan kesitlerle güncel hayatımdan diğer boyuta geçerken yalın saplanmışlıklarla, kaşlarımı çatarak belki de biraz hayata, insanlara... Beşikten mezara benim kalbime eşdeğer bir kalb hokkabazı lazım bana, fildişinden dişleri, billurumsu su gibi gözleri, başucuma koyduğu narin elleri, tozlu izleri sehpalarda, katılıp kaldım onun kalbinin anaforuna; düzenbaz birinin tekiymiş, apışıp kaldım bana yaptıklarına... Necef gibi teni Allah’ım yaratıyorsun maşallah, sağduyuyla beklemeli miyim, yoksa gaddarlıkla? 
Gönül atölyemde fevkalade bir sessizlikle ve sapasağlam kalbimin vidaları sökülmüş simsiyah cüzzam karaltısıyla, eşikte bir sfenks gibi gözbağımı bağlayarak gözlerime; dilencilikle aksıya aksıya yürüdüm manşetlerde tüm Kıbrıs’ta, tıkırtadarak her kapıyı, sayıp dökmek için zedelenmiş ruhumu, başıboş dolandım, perişanlık içinde, bekleyişin korkunç çatırtılarıyla... Evrile çevrile altüst bir hale geldim, hantal hantal, burçtan burca, gözüpek, belirsiz sırılsıklam sürüklendim huş ağaçlarında, -rüzgârıyla. 
Bu ne verem bir güzelliktir, acemice düşüncelerimi yakan  davranışlarıma direttim, fakat çelimsiz kalbime, âşkın engin tünellerine girince ağır geldi bu yeğin panaroma bana. Bereket ki, pekiştirilmiş duygularımla, kahkahalarla, -aristokratik bebeğim misin?-, seni öteye beriye büzülmeye meğilli çelenglerle tanıştırdım etrafa. Fundalıklardan adamakıllı kopmuş, insancıkların arasından, paldır küldür ben bu krizin müdavimi, kendini bile denetlemekten aciz bir kulum, yıkıla yıkala korkunun karşısına dikilmiş; kızgınlıkla yontulmuş bir sarmalın içerisindeyim. Yassılaşıp kan-ter içinde arapsaçına dönen, havale geçirdiğim, ütopik plâjlarda otomatikleştirdiğim güneşlere, üstünkörü denizlere dalıp bir rüyaymış gibi tüm yaşadıklarımızı düşünerek, seni tekrar tekrar yaşadım. Weena! ayağıma kramp girmiş gibi bir ağrısın, retinam yırtılmış gibi bir ağrı; sonradan acısı farkedilen, bana maskaralıklarınla gelme!; soysuzlaşmış dokungaçlarınla temellendiriyorsun zifiri kendini; biblomsu, konforlu şömine odalarında...
Çoktanberidir ayrılanlarında ılıman bir müzesi var; etoburdurlar, ağaçların kovuklarında tir tir titreyen maymundurlar, pıtır pıtır dökülen sararmış yaprakların arasından; sendeliye sendeliye deliye döner, manevra yapıp dururlar. Umutları porselenden yapılma, mekanik ilişkiler tadar insanlar mercek altında; eşeleyerek birbirlerini, birbirlerinden birbirlerini mayalanmadan çıkarırlar. Çağın hastalığı inme inmişcesine üzerimize, şaşkınlıkla izlemekteyim; doğa üstü enliliğine parlamalarla, yüzüne çiziktirilen fosillerin kayboluşlarını -insanlar şu birbirlerine lehimliydiler; geleceğin ökçesinden çıkardığım şu zamanı, holde tökezlemiş bir düş gibi, toslayıp ne idüğü bilinmez galerilerde nabzım çarçabuk atıyor; herhangi bir devinimle, çok eksenli kepazeliklerle, mırıl mırıl loş kalbimin körfezine... 
Kıvançla, gururla sessizlikte kaynayıp taşan, ben küçücük, basit bir adam, demindenberi zamansallık içinde en güzel kadınımın totemlerini yapıyordum, oramı buramı tizleştirerek, sukûnetin tecrübesiyle; uyurgezer bir modda karabasanları kovalıyordum. Gitsin diye bu mendeburlar, salt benekleniyordum hayata; kepenklerimi indirmiş, işlek sokaklardan geçerek; zamansallığı devire devire, paytak paytak yürüdüm sahilde... Fıldır fıldır bembeyaz dişlerimin fışırtısıyla sen bir kara leke kalbimde; sabahtan başlamış bulunduğum emektar direnişlerime sus diyorsun sus!... Anlattıklarıma bakma! Benimkisi bodur ve saydam acınacak düşlerdi. Umulmaz, ucuucuna, fırıl fırl dönen bu girdabın içinde; şangur şungur kendimi avutarak minnet duyulmasını bekliyordum kendime... Buldum mu?, hayır!, belki de bulacağım sonra, belki de hiçbirşeye tamah etmeden...        
*Grekçe ‘Buldum’ demektir.





ZAMAN
Âhret bahçesinde ziyân,
zamanın tüm hızıdır ba’zan;
en saf, en duygulu lisan,
ah bu zaman, ah bu zaman!
Her ulvî ânın noktasında;
gözlerin kâsesi tenhâdır.
ıtırlı gökyüzünde hâlâ;
mistik mûsikîsi çalınır.
Göklerde onca yıldız onca hayâl,
billûr çeşmesinden dökülüyor lâl,
bir sus gibi buğdayın esintisinden;
hûrafeler donanmış telkin ve melâl.
Âvizeler bir edâyla her mesafe;
mâziyi hatırlatan o mîmârînin,
en şatafatlı, en kutsî sesinde;
parıldıyor, kandili eteklerinin, 
öpüşlerle dolu bir akşam seherinin.
Bakışlarında buluşuyor her şekil,
ışıkları loş bir rü’yânın akislerinde;
gölgesi hayâta ait, uhrevî bir menzil!,
geniş boşlukta bitmeyen hengâmelerin;
bu son çığlığıdır, çâresiz, hûzmelerinin.
YORUM EKLE

banner608

banner473