Kıbrıs sorunu kritik bir süreçten geçiyor...
AB tarafından şımartılan Rum liderliği, Kıbrıslı Türkleri ‘azınlık statüsünde’ ve Türkiye’nin güvencesinden mahrum bir şekilde yaşatmak için büyük çaba harcıyor...
Doğal gaz konusunda dev şirketlerle işbirliği yaptığı için, bunu da ‘büyük bir güç’ olarak görüyor ve Kıbrıslı Türklerin haklarını gözardı ederek sondaj çalışmalarını sürdürüyor...
Türkiye’deki terör faaliyetleri ve referandum propagandaları da onları umutlandırıyor...
Halbuki; Türkiye’de referandum sonucu ne olursa olsun, hiçbir şekilde Kıbrıs’ın garantörlüğünden vazgeçilmeyeceği defalarca açıklandı...
Ama Rum liderliği bu konuda hala ‘değişim beklentisinde’ olduğunu açıklamaya devam ediyor ve müzakerelerle ilgili takvimi 16 Nisan sonrasına bıraktığını belirtiyor...
Kuşkusuz; bu süreçte Kıbrıslı Türklerin nasıl bir gelecek istediği çok önemlidir...
Aslında önümüzde sadece 2 seçenek vardır...
Bir tanesi, 1974 öncesinde yaşananları ve son yıllarda EOKA’nın yerini alan ELAM adlı terör örgütünün saldırılarını ‘unutarak’, sulandırılmış bir garantörlük ve ‘sulandırılmış federal bir yapı’ ile Rumlarla birleşmektir...
Bir diğeri de Rumların Enosis hedefinde ‘milim değişikliğin olmadığı’ gerçeğini dikkate alarak, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü altında ‘güçlü bir KKTC’ ile yola devam etmektir...
Siyasiler ne düşünüyor?
Bugünkü iktidara sorarsanız; ikinci seçeneğin doğru olduğunu söyleyecek...
Ne var ki; ikinci seçeneğin güçlenmesi için halkın umutlandırılması, geleceğe güvenle bakması ve kendi yöneticilerine güvenmesi gerekir...
Fakat halkın ezici bir çoğunluğu siyasilere güven duymadığını söylüyor...
Güvensizliğin belli başlı nedenleri şunlardır:
-Türkiye’den su gelmesine karşın, birçok bölgede susuzluğun yaşanması.
-Tarımsal üretimde kullanılan kuyuların kuruması ve köylü kesimin çaresizlik içinde kalması...
-Elektrik ücretlerinin çok yüksek olması, herkesi perişan etmesi...
-Yolların bozukluğu...
-Çevre kirliliği...
-Sağlık sisteminin yeterince güven vermemesi...
-Çiftçi ve hayvancının, ürün bedellerini zamanında alamaması...
-İstihdamlarda partizanlığın devam etmesi...
-Yatırımcılara işkence çektirilmesi...
-Tüketilen yiyeceklere güven duyulmaması...
-Siyasiler tarafından verilen sözlerin tutulmaması...
-Trafik kazalarındaki artış ve şiddet olayları...
-Uyuşturucu patlaması...
Çare yok mu?
Yukarıda sıraladıklarımızın büyük bir kısmı ‘ciddi bir yönetim’ oluşması halinde en fazla bir yıl içinde çözülebilecek sorunlardır...
Ayağımıza kadar gelen suyu dağıtma becerisini gösteremiyorsak, bunun suçunu kendimizde aramalıyız...
İnsanları perişan eden yönetim beceriksizliği, ciddiyetsizlik ve ihmallerdir...
Hele su isale hatlarına yönelik sabotaj girişimlerinin ciddiye alınmaması, suçluların yakalanmaması ve cezalandırılmaması halka ve devlete yapılmış en büyük ihanettir...
Yolların yapımını bundan böyle Türkiye doğrudan üstlendiği için umutluyuz...
Bir yıl içinde Girne-Değirmenlik dağ yolu, Lefkoşa-Girne anayolu ve Girne-Lapta çift şerit yolun yapılması planlanıyor...
Yolların yapılması, denetimlerin ve cezaların artırılması halinde trafik kazaları da asgariye çekilebilir...
Gıda tüketiminde yaşanan sorunların çözümü için üreticinin bilinçlendirilmesi ve denetimler zor bir iş değildir...
Yatırımcıya yönelik uygulamalarda Güney Kıbrıs’ın örnek alınması yeterlidir...
Özetle daha güzel, daha güvenli bir KKTC için ‘çare’ vardır...
En büyük güç ise; Türkiye’nin arkamızda durması, desteğini eksiltmemesi, üzerimize titremesidir...
Bizler et-tırnak gibiyiz...
Bunu ayırmak isteyenlere fırsat vermemek için doğruları bulmalıyız...
İyi pazarlar...