banner564

Corona günleri..

Kısa bir aradan sonra tekrar merhaba sevgili okuyucularım, arkadaşlarım ve dostlarım…
Tesadüf gibi görünen…
Pamuk ipliğine bağlı bir hayatımız varmış değil mi?
İnsan yapımı bir virüsün,  insanları nasıl tehdit ettiği, 
İnsanların kendi elleri ile sonlarını nasıl hazırladığını,
Bunlar gibi bir sürü şeyi, şu kısa gibi görünen aylarda öğrendik…
Daha uzun bir süre, bu şekilde yaşayacağız. 
Nasıl mı?
İlk önce sakin olmayı öğrenmeliyiz.
Maskemizi kalabalık yerlerde mutlaka takmalı, 
Sosyal mesafeyi korumalıyız. Ellerimizi düzenli olarak yıkamayı ihmal etmemeliyiz. 
Elbise ve ayakkabıdan virüs bulaşmıyor. O yüzden gereksiz bir şekilde panik duygusuna yer vermemeliyiz.
Aslında eninde sonunda hepimizin virüsle tanışacağı gerçeği de var.
 Bu yüzden sakin olmalıyız.
Dünya ciddi bir sınavdan geçiyor. Biz de öyle. 
Pandemiden dolayı yaşadıklarımdan neler çıkardım konusuna gelince;
Kişisel olarak, ülkemizde devlet memuru olmanın bir kez daha ne kadar şans olduğunu gördüm.
Özel sektöre devletin hiç acımadığı, bilakis üvey çocuk muamelesi gördüğü gerçeğini de açık ve net bir biçimde yaşadık. Hala daha da yaşıyoruz.
Devlet memuru olmanın bir sürü avantajı var ve ben hala dezavantajı nedir, inanın bulamadım.
İktidar yönetimi diyelim ki memurlar ile ilgili bir karar aldı. Karar memurun hoşuna gitmediyse, hemen sendikalar devreye giriyor.
“Sendika, çalışanların sosyal, ekonomik hak ve çıkarlarını korumak, sorunlarını çözme amacı ile kurulmuş ekonomik öğeler taşıyan, devlet, siyasi parti ve iktidar örgütlenmelerinden bağımsız örgütlerdir.”
Can sıkıcı bir karar mı alındı, sendika devrede,
Asgari ücreti mi yükseltilmedi, sendika yine devrede…
Devlette çalışanların, memurların sendikası varken,
İşverenlerin niye sendikası yok?
Ben diyorum ki, bu soru ve cevabı üzerinde düşünmeliyiz…

Pandemi öncesi kafamda oluşan, pandemi sonrasında ise, yaşam felsefesi haline getirdiklerim:
Hayatımda; 
1.    Sevgisini göstermek için telefon tuşlarına basmak ihtiyacı hissetmeyen, bunun yerine telefon açıp “nasılsın, iyi misin” diyebilen, 
2.    İçten sarılışın, kucaklaşmanın, hiçbir yazılı eylemin yerini tutamayacağını bilen, 
3.     Gün doğarken içimi ısıtan güneşin ihtişamını, gün batarken ise yürüdüğüm ovalarda, tarlalarda, gördüğüm renklerin, büyüsünde kaybolduğum gerçeğini bilen, anlayan ve benimle aynı yolda olsun veya olmasın dostlarımın arkadaşlarımın sevdiklerimin varlığını eksiltmesin Rabbim…
4.     Anlamak ve anlatmak… İnsanların davranışlarının ardındaki anlamlar için artık uğraşmıyorum. Yakın çevrem dediklerim de benim gibi net ve düz. 
5.    Laf sokan, şikâyet eden, kinayeli konuşanları boş kümeye koydum. 
6.    Kalbimi gören, benim de hiç konuşmadan hissedebildiğim, kalplerini görebildiğim insanlar ile daha çok zaman geçiriyorum. Kendimi anlatmak için hiçbir kelime dahi sarf etmediğim, konuşmadan bile beni anlayan, benim de anlayabildiğim dostlarım… 
7.    Anlamını kaybeden her ne varsa bırakmayı öğrendim. Hayatıma geri getirmeye de çalışmıyorum. Kadere güveniyorum. 
8.    Günün sonunda, o gün için elimden gelenin en iyisini yeterli bir şekilde yaptığıma inanıp, kocaman bir gülümseme ile kendimi ve hayatı kucaklamayı seviyorum.
9.    Bazen doğru olsam bile, huzur ve barış için, mücadeleden vazgeçmeyi öğrendim.
10.    Ve yaşadığım hayatın tamamen benim cesaretim ile ya genişlediğini ya da daraldığını gördüm.
11.    Benimle ilgili olumsuz eleştiri yapan insanlara gelince, ne onların olumsuzlukları beni değiştirir, ne de benim yapacağım olumsuz bir yorum, başkalarının fikrini değiştirir. Herkes herkesi sevmek zorunda değildir. Saygı duymak gerekiyor.
12.    Bazen devam etmek için gitmek gerekir. Yani vazgeçmek…
13.    Direnmek insanı yorar. Yaşam kalitemizi bizden çalar. Elimizden geleni yaptıktan sonra, gelene de gidene de rıza göstermek bizi rahatlatacaktır. Unutmayınız ki biz tanrı değiliz. Her şeye gücü yeten Rabbimiz varken, “O” nu vekil kılıp huzura ermek güzeldir.
14.    “Hayatın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın, yaşasın… Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye de endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını?” Şems-i Tebrizi
15.    Yaşadığınız her şeye rağmen, hayatın sizden yana olduğuna inanın. Her ne yaşadıysan, iyi bir nedeni olduğuna inan. Kabullen. İsyan etme noktasına gelmeden kendini toparla ve sorgula… Çıkarman gereken her ne ders varsa, yaz bir tarafa. 
Evet, çok kötü olaylarda bile sakinlikle şükrettim, şükrediyorum. Sınav benim sınavım gibi görünse bile, sadece benim sınavım değil, sınav sizi tanıyan, çevrenizde olan herkesindir aynı zamanda. Vuran taraf olmayı seçmek yerine, yoluna sağlam adımlarla taşlara takılmadan devam eden taraf olunuz. Acımasız olmayı seçerken, bir gün acımasızlıkla karşılacağını düşünerek hareket et. Kendi yoluna bak, arkana değil. Murathan Mungan’ın dediği gibi; bazen akışına bırakmak gerek, “Yürüyüp geçeceksin, hep yürüyüp geçeceksin. Ben öyle yaptım. Hep yürüdüm. Herkesin her şeyi anlamasını bekleyemezsin. Sen yürüyüp gideceksin. Anlayan anlayacak, anlamayan anlamayacak; dünyanın hepsine yetişemezsin ki!”…
Ve yazımı Frida Kahlo’nun çok sevdiğim sözleri ile bitirmek istiyorum:
“ Bir dik duruşun;  kaç yenilgi, kaç gözyaşı, kaç kalp ağrısı ettiğini bilmezsiniz.” Gerçekten de bilemeyiz. O yüzden kimseyi yargılamayalım. Herkesin bir hikâyesi vardır.
Sevgiyle, yasemin kokusuyla kalınız…

YORUM EKLE

banner608

banner473