banner564

Eve dönüş vakti

Her insanın bir hikâyesi var, tıpkı sen gibi, tıpkı ben gibi… Bazen bu hikâyede ters fırtınalar eser, sanırsın ki dünyanın sonu geldi, savrulur gibi olursun… Aslında işin gerçeği savrulursun. Sonu gelmeyecek gibi görünen, saniyelerin yüzyıl gibi geldiği zamanlardan geçersin.
Her insanın bir hikayesi var demiştik yazının başında. Fırtınaların, kasırgaların kol gezdiği… Her hikayenin de mevsimleri var. Bazen bir yaz mevsimini yaşarsın, soluksuz kalıp nefesinin tükendiğini, buna rağmen yaşadığını görürsün. Bazen de sen olursun ortalığı toza dumana katan kasırga…
Çok mu yaşamıştık böyle zamanları?
Etrafımızı çerçeveleyen adına kader denilen dipsiz kuyularda... Çok mu yaşamıştık böylesine gelişi güzel anları...
Bilmiyorum...
Sanırım yukarıda anlattığım zamanlardan biriydi... 
Akşamüstünün insanı cezbeden dayanılmaz güzelliğine karşı yürüyoruz. Geri dönmenin kıyısında... Hani olur ya bazen bir yola çıkarsın ama tereddütlerle, dönmek istersin dönmezsin, bazen arkana da bakarsın ama bir süre sonra arkana dönüp bakmayı kesersin, daha çok gideceğin yeri ile ilgili kuşkuların vardır. Düşünürsün daha kaç soluk alacağız yolun bitimine kadar diye... Cevabını bilirsin de sorarsın yine, meçhul olduğunu bile bile...

Yürüyoruz, gelişi güzel bu sefer... Toprak yolun üstünde, binlerce izi olan yüzünde... İçimizdeki özgürlük duygusunu, başımızı gökyüzüne doğru kaldırdığımızda yaşayacağımızı düşünerek nefes alıyoruz.
Mavinin sonsuzluğuna bakıyoruz. Yürüyoruz, başımız yukarda önümüze çıkacak olan herhangi bir engeli yok sayarak...
O kadar güveniyoruz toprağa, geldiğimiz ve bir gün tekrar gideceğimiz toprak anaya...
Gerideki fırtınaları, kasırgaları anımsıyoruz birden, çocukluğumuzu hatırlıyoruz, gençliğimiz aklımıza gelip gülümsüyoruz. 
Çocukken ne de çok koşup gülmüştük buralarda. Bazen ellerimizi açıp dönmeye başlardık, olduğumuz yerde, başımızı da aynen bugünkü gibi gökyüzüne çevirirdik, içimizde kimsenin yok edemediği çocuk masumiyetimizle... Kaç insan yaşadıkları yerle ilgili olarak, küçük ama mutluluk verici zamanları hatırlayabiliyor ki?

Uçsuz bucaksız araziler, ovalar, tarlalar...
Güneş birazdan batacak, yürümeye devam ediyoruz. Güneş tam karşımızda, batıya doğru gidiyoruz. Sonbahar güneşinin renkleri her yere yansımış. Pembe, turuncu ve hafif lacivert tonlarındaki renkler. 
Güneşin ışıkları, etraftaki ağaçlarının gövdelerine vuruyor. Oluşan renk cümbüşü bize biraz soluk katıyor. 
Az ilerde bir traktör göründü, yanımızdan geçiyor, anlıyoruz ki dönüş vakti gelmiş. Sessizlik ve huzur içerisinde geride bıraktığımız kasırgaları ara sıra düşünerek, bir zamanlar, bahçe olduğu her halinden belli bir yerde duruyoruz,  badem ve incir ağaçlarının arasında kuşların geceden önceki son cıvıltılarına kulak veriyoruz.
Mor renkli incirlerden bunlar. Bir kısmını kuşlar yemiş.
Gagalarını güzelce incirin üstünden sokmuşlar. Küçük delikler açarak, gagalayarak, inciri yemeye çalışmışlar. Birden ürperiyoruz. Artık havalar serinledi. Tekrar yürümeye başlıyoruz. Sessizce. 
İzleyerek. Akşam güneşini... Batışını. 
Yüzümüzde ve dudaklarımızda, mutlu bir ifadeyle...
Gelişi güzel yürüyoruz. Gelişi güzel gülümsüyoruz. Mutluyuz. Yorgun ama huzurlu...
Eve dönüş vakti. Dönerken de yine hatırlıyorsun dediklerini, “Her insanın bir hikâyesi var, tıpkı sen gibi, tıpkı ben gibi… Bazen bu hikâyede ters fırtınalar eser, sanırsın ki dünyanın sonu geldi, savrulur gibi olursun… Aslında işin gerçeği savrulursun. Sonu gelmeyecek gibi görünen, saniyelerin yüzyıl gibi geldiği zamanlardan geçersin. Bazen bir yaz mevsimini yaşarsın, soluksuz kalıp nefesinin tükendiğini buna rağmen yaşarsın. Bazen de sen olursun ortalığı toza dumana katan kasırga…” Eve dönüş yolu çok mu uzadı? Tekrar son kez gün bitmeden başımızı kaldırıp mavinin sonsuzluğuna bakıyoruz. Gülümseyerek birbirimize sarılıyoruz.

YORUM EKLE

banner608

banner473