banner564

3. Bölüm: “Benim Allah’tan başka hiçbir şeye ihtiyacım yok.”

Çok istediğimden vereceğim sana, çok istediğimden, gönlümden... Tüm sevdiğim şeyleri, kötü huylarımı, mutluluğumu, mutsuzluğumu, en sevdiğin köşesinden, bedenimden... Müsriflik yapacağım, sevgimi vereceğim en çok da, bana ağır gelen tüm o sevecenliği, yorgunluğumu bu kavurucu sıcakta... Benim değil artık tüm o verdikleri, sen istemeden bile olsa veririm, vermek benim kanımda, karakterimde var. İçimden geçiyor, geçirtiyorum isteyerek, hayatı ıskalamadan, düşüncüler, kuruntular, öz geçmişler... 
Af dilemeye geldim senden, kader bağlarından üzümünü verdi. Hüdhüd kuşları cıvıl cıvıl ötüyorlar, ortam tam istediğim gibi edeblilik ederim, sakınmam hiçbir davranıştan kendimi, ben senin güzelliğinle terbiye edildim. Cüzzam nafile, ben zaten senin âşkınla erimişim. Şükre muhtaç her sabah gözümü açar açmaz duâlarla, nâçizâne, belâdan uzak olmak için sana sığınıyorum Allah’ım. Cûzi irademle çok hatalar yaptım, hepte cezasını çektim. Biliyorum Allah’ım sen acı vermezsin, sen mutlaklığın içinde pürüzsüz, kainatın sahibisin, mütercimsin bana, duygularıma, nefsime, nefesime, kalbime...
Nefsimin tüm sülâlesini öldürmüşüm, afişe ederkek illaki kötüye yorduğum tüm o cebelleştiğim duyguları. “Fakrım iftiharımdır.” Bir tek o kaldı şimdi elimde edasıyla-nazıyla, hâşâ, Allah’ım, senin mübârek varlığını tavaf ederken, hâlim duman, hâlim aciz bir Müslüman. Herşey senin içinde gizli ve hiçin içinde, hiçleşirken tek tek isimlerin belirir aklımda ve şuurumda. Hiç rahat etme gerekirse, abes gözükmesin, kaygıları evlerine yolla, yanlış yapmak zaten Allah’ın emri –diyarında gönül vadilerinin, yumuşacık beklentilere dair, büyük raatsızlıklar cehennemi, yaşatır-yaşanır, idrak büyük mesele ve keder bağışlanmaz bir kere...
“ ‘Of’ şikâyet, ‘Ah’ memnuniyettir.” Benliğim; tek bir acının bile üstesinden gelemedi ve kendi kendine bir ah çekti, kuvveti bilin ki acizliğindendir. Kibirden uzak, başını eğmemelisin, ancak bilginin önünde... Gönüllerin eşiğinde lâyık olmayı bekliyorum. Çilehâneler bana nefsini öldürmeyi öğretir. Hamd olsun sana Yaratan, ben bilmediğime âşık oldum, insanlarda gördüğüm-göremediğim hakikatlerine. “İlim Kur’an, amel Hz. Muhammed’dir.” Ben benliğimden vazgeçmişim, Allah şâhidim. Farkım ‘sev ve affettir’. Rütbem velîlik makamı vazifem Allah’ımadır. Artık ‘yok’um aynalardan yapılma, sır kesildim. Tezahür ediyor O’nun ismi kalbimde, geyret ederek O’na sığınmaya çalışıyorum. 
   Allah istediğine iman ettirir. Ancak ve ancak varlığımıza O tesir eder. O’nda buluruz kendimizi... Varoluş kaygıları doğarsa eğer, kendimizi O’nunla aksettirelim. Hüzün ve çile içimizde, kendimizi yukarlarda bir kandil gibi aydınlatmalı, Hz. Muhhammed’in ahlâkıyla, onu kendimizde yaşatarak. Tükenmeyen bir tekâmül içinde çoğu şeyi idrak içindeyim. Sayfalarımda çok boşluk var ama, doluyor yavaş yavaş izzetinefsim imanımla, gururumla ve vakarımla...
Mânayı alabildiğince renksizlik içinde yaşayanlardanım, O’nu tespih ederek. Mağdur değilimdir, cahil cüheyla da değilimdir ve sensizlik içinde de, kimsesizlik içinde de, değil-dirimde ve ölümde... Kaos içinde ve içimde sonsuzluğa ve sonsuzluğuna kadar iyilik edebilirdim. Çok konuşmaz, uyumaz ve yemezdim. Dilim uzar kısalır ne yaptığımı bilmezdim. Bilmeyi, öğrenmeyi ve öğretmeyi isterdim şehvetle, rahatsızlandığımda gözümle bile namaz kılabilmek isterdim. En fecisi kendi işlediğim günahdır, bana işlettirilen günahtır. “Sabah namazı, sırrın namazıdır”, “Öğlen namazı ruhun namazıdır.”, “İkindi namazı kalbin namazıdır.”, “Akşam namazı nefsin namazıdır.”, “Yatsı namazı meşreplerin, huyların namazıdır.”, ‘Tüm organlarımız beş vakitte namaz kılıyorlar’. 
Öfkemi yendim. Hakîkati buldum. Allah’ın kullarına sinirli değilim artık. Onlar yaşaması gerektiği gibi yaşıyorlar zaten, yaşamanın pek de farkına varmadan. Güzel ahlâk benim velinimetim, şefaat ettim; bir baharın denklemiyle, dem be dem, cehennemden kurtulmak ister gibi açığa çıkartmadım günahlarımı. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”, ağlamıyordum -sensizlikte- sığınarak, yokluğumun vahasında, iradesiz, kibirsiz, özü sözüne bir şaheser yarattım aynaların bakış açılarından. Affedilmez bir yalana riâyet etmedim. Yarın korkusu olmadan yaşamaktı, Allah’ımdan emin olarak; kendi şahsiyetimle, hiç sorgusuz suâlsiz, aldığın nefese hürmet ederek yaşamaktı... 
Mûcizeler durağında hikmetin saf ışığıyla, Allah’tan başka kimseye biat etmedim. Tenezzül de etmedim, her zaman zuhur ediyordu içimde Samed sıfatına ne zaman bürünsem Allah’ın eşsiz sıcaklığı... Şikâyet etmeyerek insanlardan, O’danda şikâyet etmemeyi başardım. Alnımda kocaman bir secde izi var, ben kime, ne kötülük edebilirim. Zaten, “Secdenin hakîkati kendi hakîkatine eğilmektir.” İbn Arabî. Beni kendi hakîkatimle başbaşa bırakın.


Nostalghia 
Ben çimenlerin fısıltısından ıssızlığı ayıklamış;
ben kendimden başka bir sen istemiyorum da, 
kaybolmuşum bir kere bakışlarında; gölgelerin 
siyâhında; parlayan bir intiharım; gözlerinden
asılmış; bir kültablası izmariti, kor üfürülmüş; 
içindeki yangında, küllenen yaylalarım vardır.
Duvarları duvarlarıma, konuşan duvarlarıma;
duvar da kendi çapında kendine soru sorar da,
lâmbaların yalnızlığı yanar, yanar, yanar da
ve ben yine kendimle başbaşa, ayık kalırım; 
en azından mermerde onun yürüşleri vardır, 
hayâlleri vardır, yansımaları sütunlarda; 
çığlıkları, çığlıklarım, özgürlüğümüz vardır. 
Beni bana bıraktığı herşey vardır bu toprakta; 
anlamaya mum kadınlarını, umut arayışımda, 
ağladığım bir şehrimiz bir gökyüzümüz vardır;
beni anlamayan odalarda ve çakmak ateşinde, 
karanlık yüzlerin ve beni uçuşan dertlerin, 
olacakların kapı aralığında; aynalarda; 
yüzünün olacağı vardır, gülümsemende;  
birbirine geçmiş karelerde, vücut vücuda,
ne olacak o ‘zaman’ kapılarımı çalmayınca,
neazacı ne çok yara kahrın sırlı dünyasında? 
YORUM EKLE

banner471

banner474