banner564

Güle Güle Üstat

Kemal Sadık Gökçeli; o zamanlar Hemite diye bilinen küçük bir kasabada doğmuştu.
Türkiye’nin en güneyinde, insanların toprak ve elleri ile yaşadıkları bir yerde…
Daha çocukken yaşamıştı ölümü, daha 5 yaşında uğurladı babasını…
Sonra büyüdü, kocaman oldu…
Daha 8 yaşında, traktör de sürdü, pamuk da topladı, şiir de yazdı…
Sonra belki de biraz olsun kaçmak istedi o kızgın güneşten…
Kalkıp şehre gitti, Adana’da iş buldu…
Kapısından kimsenin girmediği bir kütüphanede görevli oldu…
O kitapların, kitaplar da onun dostu oldu,
Ve Orada tanıştı Cervantes ve Chekov ile…
Edebiyat hayatı oldu…
Sonra genç oldu ve her genç gibi dünyayı değiştirmek için hayal kurdu…
Marksist oldu, ideolojik oldu, ve en sonunda Yaşar Kemal Oldu…
Yazdı, paylaştı, anlattı…
Köyünü anlattı, hayatını, ülkesinin insanını ve onun gerçeklerini anlattı…
Doğayı anlattı, doğada insanı, Türkiye’de insan olmayı,
Karlı dağların yamaçların da, kışın gelmesini, karın yolları kesmesini de anlattı,
Mevsimi geldiğinde pamuk tarlasında çalışmayı da…
Ermeni de vardı hikâyelerinde, Kürt de…
Aşk da, kavga da…
Bir gün geldi, susturmaya çalıştılar sesini, kırmaya çalıştılar kalemini…
Sansürlediler hikâyelerini, parmaklıklar arkasına mahkûm ettiler bedenini.
Bir başka günde ise, Nobel Edebiyat ödülünü “O” almalı dediler…
***
Yaşar Kemal, 20 yüzyıl edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak ayrıldı aramızdan…
Türkiye’de yaşayan tüm halkların hikayelerini anlattığı dünyaca ünlü eserlerinde, hep insana dair yazdı… 
Fakirliği, mucizeleri ve efsaneleri ile kimileri için çok uzak olan “o” hayatı,
Dağın öte yüzünü yazdı…
Ve iki gün önce ayrıldı aramızdan…
Tam da, hep özlediği o umut ışığı hafifçe yanmaya başladığı,
Yıllardan sonra ilk defa, çatışma değil de, barışın dillerden döküldüğü günde…
Yani üstat, sen hiç yaşlanmamışsın, hep genç kalmışsın,
Sen dünyayı değiştiren o insanlardan biri olmuşsun…
Güle Güle git…
Huzur içinde yat…
YORUM EKLE

banner608

banner474