banner564

15 yıl sonra

  Rumların dünya çapındaki propagandasını bilmeyen yoktur...
 “Kıbrıs sorunu bir işgal ve istila sorunudur” diyorlar...
  Ve adanın ikiye bölünmesinden Türkiye’yi sorumlu tutuyorlar...
  Halbuki; 20 Temmuz 1974’ün öncesi de var...
  Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla yıktıkları Aralık 1963’ten 1974’e kadar geçen 11 yıllık sürede, evlerimizi, köylerimizi işgal ettiler...
  Binlerce insanımızı çadırlarda yaşattılar...
  Her türlü ambargoyu acımasızca uyguladılar...
  Seyahat etme özgürlüğümüzün dahi sınırlı olduğu o yıllarda, işgalin de istilanın da alasını uyguladılar...
  Binlerce Kıbrıslı Türk’ün malına üç beş kuruş ödeyerek el koydular...
  Binlercesinin evlerini dozerle yıktılar...
  Çok sayıda insanımızı kurşuna dizdiler...
  ‘En yakın’ iş arkadaşlarını dahi öldürmekten geri kalmadılar...
  Sonrasında Yunan Faşist Cuntası’ndan ağır darbe yediler...
  Anastasiadis ‘ders kitaplarından’ çıkarmış olsa dahi, Birleşmiş Milletler kayıtlarından 15 Temmuz 1974’ü kimse silemez...
  Yunan askerleri 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunarak, Başpiskopos Makarios’u Cumhurbaşkanlığı’ndan söküp atarken, yerine Nikos Sampson’u getirmişti...
  İç hesaplaşmalar 19 Temmuz’a kadar tamamlanmış ve tankların namluları Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgelere çevrilmişti...
  İşte Türkiye’nin adaya müdahalesinin ana nedeni budur...
  Tankların harekete geçmesine saatler kala Türk Silahlı Kuvvetleri adanın kuzeyine çıkarma yaparak, büyük bir katliam hareketini önlemiş oldu...
  Ardından ‘Nüfus Mübadelesi’ anlaşması yapıldı ve Kıbrıslı Türkler kuzeyde, Kıbrıslı Rumlar da güneyde toplandı...
 Kıbrıslı Türkler; Rumlardan kalanları tüketirken, Kıbrıslı Rumlar da Türklerden kalanları tüketti...
  İstiladan söz ediliyorsa, bunun ‘savaş nedeniyle’ iki taraflı olduğunu hiç kimse inkar edemez...

 Niye ders çıkarılmadı?

  Savaş sonrasında Kıbrıslı Türklerle, Rumların yeniden birleşmesi yönünde yoğun girişimler yapıldı...
  Zamanın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim tarafından hazırlanan çözüm planını Rumlar kabul etmedi...
  Bir diğer Genel Sekreter Perez de Cuellar ‘çözüm belgesi’ sundu yine reddettiler...
  Amerikan Planı hazırlandı yine olmadı...
  Nihayet 2004 yılında Genel Sekreter Kofi Annan’ın adını taşıyan kapsamlı bir plan hazırlandı ve referanduma sunuldu...
  Planın hazırlanmasında başrolü, eski Rum lideri Yorgo Vasiliu oynadığı halde, Rumların ezici bir çoğunluğu 24 Nisan 2004 referandumunda yüzde 75 gibi ezici bir çoğunlukla ‘Hayır’ oyu kullandı...
  Kıbrıslı Türklerden ise ‘evet’ çıktı...
  Rumlar bu şekilde ‘yeniden bütünleşmenin’ önünü tıkamış oldu...
 Adanın bugün bölünmüş olmasının temelinde, kilisenin ve dönemin Rum lideri Tassos Papadopulos ile AKEL Lideri Hristofyas’ın, Kıbrıslı Rumları ‘hayır’a yönlendirmesi vardır...
  “Evet” demiş olsalardı, bugün ‘işgalcilikle’ suçladıkları Türk ordusu adadan çekilmiş olacaktı...
  Yaklaşık 80 bin Kıbrıslı Rum eski mülklerine dönebilecekti...
  Maraş kenti açılacak, turistlerle dolup, taşacaktı...
  Kıbrıs’ın kuzeyinde bu kadar çok inşaat olmayacaktı...
  Doğal gaz, iki toplum arasında yeni gerginlikler yaratmayacak, AB üyeliği birlikte gerçekleşecekti...
  Dolayısıyla, bugünkü statükonun tek sorumlusu ‘hayır’dan yana tavır alan Rum liderliğidir...

 AB’nin ikiyüzlü politikası

  Avrupa Birliği, referandum öncesinde “hayır” diyen tarafın cezalandırılacağını, “evet” diyenin ödüllendirileceğini açıklamıştı...
  Referandum sonrasında ise bunun tam tersini yaptı...
  Rumlara AB üyeliğini hediye ederken, Kıbrıslı Türklere yönelik ambargoları kaldırmadı...
  Rumlara son 13 yılda 100 milyar Euro’dan fazla para akıtırken, Kıbrıslı Türklere yapılan yardımlar 400 milyon Euro’yu da bulmadı...
  İşte Avrupa’ya güvensizliğimizin temelinde bunlar vardır...
  Rum liderliğine de, AB’ye de güven duymamızı sağlayacak tek bir adım atılmadı...
  İçimizden 3-5 kişiyi de yanlarına alarak sürekli Türkiye’ye saldırmakla ‘hayal edilen hedefe’ varabileceklerini düşündüler...
  Halen aynı düşüncede olduklarını da açık ve net bir şekilde görebiliriz...
 Tüm göçmenlerin mülküne döneceği, iki bölgeliliğin ortadan kalkacağı, garantörlüğün ve müdahale hakkının bertaraf edileceği bir çözüm için mücadeleyi sürdürüyorlar...
  Kuşkusuz bu politika ile tüm göçmenlere; çözüm için yorulmadan çalışan tüm insanlara ve iki toplumun ‘eşitlik çerçevesinde’ barış içinde yaşamasından yana olanlara haksızlık ediyorlar...
  Ayrıca AB’nin temel ilkelerini çiğniyor, Birleşmiş Milletler’i ‘etkisiz bir örgüt’ konumuna getiriyorlar...
  24 Nisan 2004 referandumunun sonuçları her fırsatta dile getirilmeli ve Kıbrıslı Türklerin ‘çözüme katkısı’ dünyanın gözüne sokulmalıdır... 

YORUM EKLE

banner608

banner474