Kıbrıs sorununun başlama tarihi Aralık 1963’tür...
Henüz 3 yaşındaki bir ortaklık devleti, Rumların silahlı saldırıları sonucunda yıkılmıştı...
Nüfus açısından azınlıkta olan Kıbrıslı Türkler; o dönemde tamamen savunmasızdı...
Devletin ilk Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios, saldırıları yöneten EOKA’nın arkasındaki en büyük güçtü...
Ve bu saldırılar 1974’e kadar devam etti...
Birleşmiş Milletler örgütü 1964’ten itibaren adada Barış Gücü askeri bulundurmaya başladı...
Türkiye, 11 yıl süreyle Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları sadece sözlü ve yazılı uyarılarla kınamıştı...
Bunun dışında askeri bir müdahale gündeme gelmemişti...
Ancak; Makarios’un hedefi ENOSIS’i ‘uzun vadede’ gerçekleştirmekti...
1974’te Yunanistan’daki askeri cunta ise bunun bir an önce gerçekleşmesi için sabırsızlanıyordu...
Tarihi gerçekleri gizlemek hiç kimseye yarar sağlamaz...
Adada yaşananları hem Kıbrıslı Türklerin, hem de Kıbrıslı Rumların ‘tam olarak’ bilmesi gerekir...
Ne var ki; Kıbrıslı Rumlarla ‘tarih’ konusunda anlaşamıyoruz...
Onlar; bu sorunun 20 Temmuz 1974’te ‘Türkiye’nin, adayı işgal etmesiyle’ başladığını iddia ediyorlar...
Bizler Aralık 1963’teki Rum saldırılarını anımsatıyoruz...
Ayrıca Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün 1964 yılından beri adada bulunmasının, bunu kanıtladığını belirtiyoruz...
Ve 20 Temmuz 1974’te gerçekleşen Türk askeri harekâtının ‘işgal’ olmadığını vurguluyoruz...
Neden işgal değil?..
Çünkü 20 Temmuz’dan 5 gün önce Yunan Cuntası adada darbe girişiminde bulunmuş, Cumhurbaşkanı Makarios’u saraydan çıkarmış ve yerine kukla Cumhurbaşkanı Nikos Samson’u atamıştı...
15 Temmuz 1974’te başlayan darbenin hedefinde öncelikle Komünist AKEL yanlıları vardı...
Yunan askerleri, solcuların elebaşlarını temizledikten sonra namluları Kıbrıslı Türklerin üzerine çevirmişti...
Türkiye müdahale etmeseydi ne olurdu?
Türkiye 20 Temmuz’da adaya müdahale etmemiş olsaydı; bir hafta içinde toplu katliamlar gerçekleşecek, adada Türk kalmayacaktı...
Öyleyse bu kanlı saldırıları önlemek; diğer 2 garantör ülkenin göreviydi...
İngiltere, sorumluluktan kaçmayı tercih etti...
Türkiye ise garantörlük görevini yerine getirerek, darbecileri etkisiz hale getirdi...
Türkiye’nin askeri müdahalesi, sadece Kıbrıslı Türkleri kurtarmakla sınırlı kalmadı...
Sürgüne gönderilen Başpiskopos Makarios, Cunta’nın etkisiz hale gelmesi nedeniyle adaya dönüş yaptı...
Yunanistan, askeri idareden kurtulup, demokrasiye geçti...
Öyleyse, en az Kıbrıslı Türkler kadar, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar da Türkiye’ye şükran borçludurlar...
Tarihi gerçekleri, yalan-yanlış propaganda ile tersine çevirmek mümkün değildir...
Bizler 1974 öncesinde çok acı çektik...
Çocukluğumuz korku ve yokluk içinde geçti...
Babalarımızın, analarımız, Rum saldırıları karşısında ciddi tehlikelerle yüzleşti...
Barış Harekâtı öncesinde Rumlar zenginleşirken, Kıbrıslı Türkler fakirleşerek, büyük sıkıntılar yaşadı...
Bunları unutmak mümkün değildir...
Gerçekler daha fazla gizlenmemeli
Rum liderliği tarihi gerçekleri kendi gençlerinden saklamakla büyük hata işliyor...
Genç beyinleri hala yanlışlara yönlendiriyor...
Adanın bölünmüşlüğünden sadece Türkiye’yi sorumlu tutarak, yeniden birleşmeyi zorlaştırıyor...
Halbuki Kıbrıslı Türkler; yaşanan acılara karşın, Kıbrıslı Rumlarla bir arada yaşamayı, geleceği garanti altına alacak bir anlaşma ile adanın yeniden bütünleşmesini istiyor...
Rum liderliği, 41 yıl sonra bugün olsun gerçekleri kendi insanlarına açıklamalı, Kıbrıs sorununun 20 Temmuz’dan önce başladığını anlatmalıdır...
Anastasiadis ekran başına geçerek, Yunan tanklarının, Makarios’un yakılıp, yıkılan sarayının ve Nikos Samson’un fotoğraflarını göstermeli Rum halkına şu mesajı vermelidir:
“Olanların sorumlusu faşist Yunan Cuntası ve EOKA’dır...”