Hukukun üstünlüğü hür ve medenî bir toplum için vazgeçilmez öneme sahiptir. ‘’Hukukun üstünlüğü’’ varlığını bir cebrî iktidar organizasyonu olan devlete borçlu olmayan, aksine onun işleyişini kayıtlayan ve hukuk yapımında ona yön veren bir üst ilkedir. Başka bir deyişle, bu anlayışta egemen olan devlet değil hukuktur; devlet hukukun değil, hukuk devletin üstündedir.
Hukukun üstünlüğü ideolojik devletle bağdaşmaz. Çünkü hukukun üstünlüğü kişilere devlet gücü karşısında güvence sağlamayı amaçlarken, ideolojik devlet kişileri resmî ideolojiye ve keyfî otoriteye bağımlı hale getirmeyi amaçlar. Hukukun üstünlüğünün işlevsel olması, başka şeyler yanında, devletin kendisini pozitif projesi olan bir ideolojiyle veya kapsayıcı bir felsefe yahut dünya görüşüyle özdeşleştirmekten kaçınmasına bağlıdır. Kısaca bu ilke devletin ideolojik bakımdan tarafsız olmasını gerektirir.
Kendisini kapsayıcı bir doktrinle tanımlayan devlet yurttaşları arasında ideolojilerine, dünya görüşlerine veya hayat tarzlarına göre ayrım yapma eğiliminde olacaktır. Böyle bir devlet yurttaşları arasındaki ideolojik, dinî ve mezhebi farklılıklar karşısında tarafsız kalamaz; tam aksine kendi ideolojisine veya dünya görüşüne yakın gördüğü kişi ve grupları diğerleri karşısında kayırmaya meyleder. Devlet ideolojisi yurttaşlar arasında kamu hizmetine giriş, hatta siyasal örgütlenme hakları bakımından ayrım yapılmasına zemin hazırlayabilir.
Ayrıca, ideolojik devlet çeşitlilik ve çoğulculukla da bağdaşmaz. İdeolojik devlet toplumu belli bir dünya görüşü ve hayat tarzı doğrultusunda biçimlendirme çabası içinde olacağından, çoğulcu toplumda bunun fiilî sonucu bireylere cebir uygulanmasının artması, dolayısıyla özgürlük daralmaları olacaktır. Hatta bazan resmî ideolojiyi benimsemeyen veya öyle olduğu düşünülen kişi ve grupların bazı temel hakları devlet tarafından açıkça yok sayılabilir. Bu bakımdan, özellikle kültürel çeşitliliğin karakterize ettiği çoğulcu bir toplum için ideolojik devlet bir handikaptır.
Daha temelde, belli bir dünya görüşüne, dine veya ideolojiye angaje olan bir devlet için hukukun kendi başına bir değeri yoktur. Böyle bir sistemde devlet hukuka değil, hukuk devlete –ideolojiye- bağımlı hale gelir. İdeolojik devletin ‘’hukuku’’ aslında resmî öğretiyi benimsemeyen birey ve gruplara cebir uygulanmasını meşrulaştırmaya yarar. Hukukun yapımında ve uygulanmasında ‘’hukukun üstünlüğü’’nün -daha genel olarak ta hak ve adaletin- gereklerinden ayrılması ideolojik bir devlet için hiç te şaşırtıcı değildir.
Hukukun üstünlüğü açısından belki de en ürkütücü olan durum ideolojik devletin hukuku yozlaştırmasıdır. İdeolojik devlet hukuku yozlaştırır, çünkü bu tür devletlerde kanun-yapma işi bireysel hakları ve adaleti gözeten teknik-hukukî bir mesele olmaktan çıkar ve devletin ideolojik manipülasyon ve dayatma aracı haline gelir.
Meselâ, böyle bir devletin ceza mevzuatı kişileri başkalarına veya ortak iyiliğe zarar verdikleri için değil, sırf devlet ideolojisine ters düşen görüşlere veya hayat tarzına sahip oldukları için cezalandırabilir. Ayrıca, bu tür devletlerde genel olarak kanunlarda hukukun bilinen, evrensel kavram ve teknikleri yerine, ideolojik olarak taraflı ve keyfî uygulamaya açık, hukuk-dışı terimler kullanmak olağandır. Devletin bir ideoloji veya dünya görüşüne bağlılığı hukuk uygulayıcılarını birçok evrensel hukuk ilkesini fiilen yok saymaya götürebilir. İdeolojik devlette, tabiatıyla, yargının bağımsız ve tarafsız olması da beklenemez.
Nihayet, bütün bu anlatılanlar hukukun üstünlüğünün aslî birer gereği olan ‘’hukuk önünde eşitlik’’ ve temel hakların korunması ilkelerine ters düşer.