Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’in, Kıbrıs sorununu çözen Genel Sekreter olarak tarihe geçmek istediğini, ancak çözümü başarmanın kolay olmadığını sürekli vurguluyoruz…
Bazı okurlar bu görüşe karşı çıkarak “önemli olan zoru başarmak değil midir?” diye soruyor…
Kuşkusuz zoru çözmek çok önemlidir…
İki toplumu ortak devletten ayıran terör saldırılarının 1963 yılında başladığını dikkate alarak, 62 yıllık bir sorunu çözmek kolay değildir…
BM ve AB’nin ana hedefi; Kıbrıs sorunuyla ilgili müzakerelerin yeniden başlatılması ve yarım asrı aşan bu sorunun çözülmesidir…
Özellikle Ortadoğu’da savaşın aralıksız devam ettiği bir dönemde Kıbrıs sorununun çözümü son derece önemlidir ve 19 Ekim’de yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında müzakerelerin başlaması yönünde ciddi baskıların geleceğini söyleyebiliriz …
Adanın tüm toprağı AB’ye alındığı zaman buna itiraz eden olmadıysa; gün gele burada AB kurallarının geçerli olmasını engelleyemezsiniz…
Burada önemli olan Rum tarafının böylesi bir avantajı elde etmesi ve tek başına kullanması nedeniyle bizlere hak vermekten kaçınmasıdır…
Kıbrıslı Türklerin 1960 anlaşmalarından kaynaklanan hakları vardı…
Mesela; Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kıbrıslı Türk’tü ve gerekli gördüğü hallerde veto hakkını kullanabiliyordu…
Oysa şimdi bizi öyle bir noktaya getirdiler ki; vetodan vazgeçerek ‘Alınacak kararlarda bir olumlu oy’ hakkımızın olmasını istiyoruz…
Anastasiadis bunu bile reddetti…
Çözümün sağlanması halinde Bakanlar Kurulu’nda yer alması muhtemel 3 Kıbrıslı Türk’ün, Kıbrıslı Rum bakanlardan farklı hareket edeceğini düşünüyor herhalde!..
Yakın çevresi ona “Merak etme bize yakın olanları bakan yaptıracağız” dediği halde, büyük bir hakmış gibi sadece bir bakanın ‘onayını alma’ talebimizi reddetti…
Kuşkusuz; yeni bir müzakere sürecinde Rum tarafının bu tavrı değişebilir…
Bir süre sonra bizden daha fazla taviz koparmak şartıyla “Kabul ettim be çocuklar” diyebilir…
Sanki bizlere dünyaları veriyormuş gibi havasını da atabilir…
Oturup düşünmemiz ve tartışmamız gereken; çok daha iyi bir konumda olmamıza karşın 1960’taki haklarımızdan daha da geriye gitmemizi isteyen Rum liderliğine karşı güçlü bir strateji ile BM ve AB’yi ikna etmektir…
Türkiye’nin yardımlarıyla bunu yapabiliriz…
Nereden, nereye?
Kıbrıs’ta 1960 anlaşmaları çerçevesinde Türkiye’nin garantörlüğü vardı…
Annan Planı’nda bu hakkımıza el sürülmedi…
Fakat; şimdiki Rum lideri bunu da reddediyor…
Yunanistan’la birlikte “Modası geçmiş garantiler kaldırılmalıdır” diyor…
‘Modası geçmiş’ sözüne çok sayıda güçlü ülke de destek veriyor…
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda Türkiye’nin mali durumu kötüydü…
Silah fabrikaları, modern havaalanları, dev uçak filosu yoktu…
Kıbrıslı Türkler şimdiki gibi adanın bir bölgesinde toplanmış değildi…
Karmaşık bir yapıda, tamamen azınlık şartlarında ve her an canını kaybetme korkusuyla yaşıyordu…
Çok şükür; 51 yıldan beri böylesi bir tehlike altında değiliz…
Öyleyse; garantisiz bir çözümle tehlikeye davetiye çıkarmak akıl işi değildir…