banner564

Başkasıyla gelen mutluluk, başkasıyla gidecektir

Bir döneme damgasını vurmuş, hatta coğrafyamızda bir dönemde doğan çocuklara ismi verilmiş; siyasi kimliğinin yanında gazeteci, yazar, şair olarak da bilinen Bülent Ecevit’in 14. ölüm yıldönümüydü geçtiğimiz 5 Kasım. Kendisini rahmetle anıyoruz.
Coğrafyamızda yaşanmışlıklar kolay unutulur oldu. Dolayısıyla aklıma Shakespeare’in ünlü “As You Like It” oyununda yer alan cümle, belki de hayatlarımızın ve bizlere dayatılanların bir özeti şeklindedir: 
"Tüm dünya bir sahnedir yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı."
Deniyoruz… Deniyoruz… Yine deniyoruz ama bir türlü işin içinden çıkamıyoruz! Hayatın belli bir noktasında takılıp kaldık. Artık coğrafyamızda gelişen olaylardan ciddi anlamda şüpheleniyoruz! Çünkü bir kurmacanın içindeyiz ve hep öyle olmak durumunda.
Hep başkalarının memnuniyeti, hoşnutluğu için kararlar veriyoruz, onlara göre yaşıyoruz. Başkaları için olmasa bile O'nun için yaşıyoruz ve var oluyoruz. Kalıplarımızın dışına çıkamıyoruz. 
Bugünlerde siyasette yaşadıklarımızı kime sorarsanız, kimse tasvip etmemektedir. Ancak demokrasi adı altında süsleyip püsleyip yine önümüze konmaktadır aynı senaryolar. Önümüze konan bu senaryolara yine bir senaryo ile cevap vermek istedim bu haftaki köşe yazımda.
Türkçeye Mayın Tarlası ya da Mayınlı Bölge olarak da çevrilebilecek “Land of Mine” adlı filmi izlerken istemeden coğrafyamdaki gelecek nesilleri düşündüm. Filmi anlatacak değilim fakat filmde anlatılmak istenen çarpıcı sonuçtan herkesin ders alması gerekmektedir. Film yaşanmış gerçek olaya dayanmaktadır.
Almanya İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği istila politikası ile önce komşu ülkeleri işgal etmişti. Nazi Almanya’sı Batı’dan gelecek müdahalenin Danimarka kıyılarından geleceğini düşünerek, Danimarka kıyılarına 1,5 milyon civarında mayın yerleştirmişti. 
Film, Nazi Almanya’sının 1945’te teslim olmasının ardından, Danimarka’daki esir Almanların mayın temizleme işinde görevlendirilmesini anlatıyor. Danimarkalı yönetmen Martin Zandvliet, İkinci Dünya Savaşı’nın fazla dillendirilmeyen bir yönünü ele aldı bu filmde. Bu zorlu görevi yapanların birçoğu henüz çok genç yaşta nerdeyse çocuk denecek yaşta Almanlardı. Alman çocuklar az bir eğitimle Danimarka kıyılarındaki yaklaşık 1,5 milyon mayını temizlemekle görevlendirilmişti. Mayınları temizlemekle görevli olan bu çocukların yarıya yakını bu işlem sırasında ya öldü ya yaralandı ya da sakat kaldı.
Film kısaca, hırslarına yenik düşen liderlerin yarattıkları yıkımın ardından, bu yıkımın yükünü gelecek nesillere nasıl yıkıldığını en güzel şekilde gözler önüne sermektedir.
Geçtiğimiz hafta coğrafyamızda siyasi alandaki eşi benzeri görülmemiş olayları kimseler tasvip etmezken; kimilerinin tasvip etmemelerine rağmen dâhil olduğu gelişmeler yaşanmıştır. Buradan sormak isterim. Ulusal Birlik Partisi’nin tüzüğüne göre; parti başkanlık seçiminde adaylardan biri oylamanın yüzde elli birini alamazsa, en çok oy alan iki kişi ikinci tura gidecektir. Peki, ilk tura beş aday katılmışsa ve ikinci tura gidecek iki aday, ikinci tura gitmez ve çekilirlerse, geriye kalan üç adaydan en fazla oy alanların ikisi, ikinci tura gitmeleri gerekmez mi?
Coğrafyamızın siyasi tarihini düşündüğümüzde Friedrich Nietzsche’nin şu sözü aklıma gelmektedir;
“Başkasıyla gelen mutluluk, başkasıyla gidecektir!”
Herkese güzel bir hafta dileklerimle, iyi pazarlar. 

YORUM EKLE

banner608

banner473