banner564

Beterin beteri

Enflasyonun her şeyin belini kırdığı bu dönemde, uzun zamandır sıkça duyduğumuz sözler var. “Bunlar daha iyi günlerimiz ve beterin beteri var”. Bu bakımdan 15 Temmuz ve 20 Temmuz kutlamalarını yaşadığımız bu günlerde bir polis bülteni haberi, bu sözleri yeniden yaşattı. “Tüp gaz hırsızlığı”. Yani ev tipi 10 kiloluk tüp gaz, organize hırsızlığın konusu oldu. 
Bu arada Güneyde, 15 Temmuz 1974 ile ilgili yapılan anma törenlerinde devlet ricali, önce darbecilere karşı çarpışıp ölenlerin mezarlarına çelenk koymuş. Bunun üzerinden bir saat geçtikten sonra da darbede, Cumhurbaşkanlığına yönelik saldırıda ölen faşist darbecilerin mezarlarını ziyaret edip, onlara da çelenk koymuş. Yani bu, Şili’de faşist darbe ile yaşamını yitiren Allende’yi ve binlerce insanı bu darbe ile katleden Pinoşeti,  birlikte anmak gibi. Kısacası enflasyon Kuzeyde bizim yaşamımızı alt üst ederken, şovenizmin yol açtığı zihinsel enflasyon da Güneyde, “beterin beterini” yaşatıyor.
 Kuzeyde, 20 Temmuz Barış Hareketi için keskin söylemler yapılıyor. Ama bu söylemler gittikçe daha da artan döviz kuru artışı ve bunun yol açtığı aşırı pahalılık nedeni ile insanların yaşadığı ağır yıkımda etkin olmuyor... Dövizle borçlanan insanlar, bu krizle akaryakıta gelen zamlar. Elektrik zammı. Bütün bunlar, tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıyor. Yani insanlar asgari ücret artışı ve HP ödeneğini almadan bunun eridiğini yaşıyor.
Yaşı, 1963-74 arasını hatırlayacak kadar ileri olanlar şunu söyler. “Bu yaşadıklarımızı en kötü zamanlar olan 1963-74 arasında yaşamadık”. Evet o günler kötü idi. Ama toplumun bir aidiyeti vardı. Bu nedenle yok olmadı. Evet, o zaman gelecek göremeyen bir kısım insanlar ülkeden kaçma yoluna gitti. Ama o aidiyet duygusu nedeni ile yüzlerce genç adaya, elverişsiz koşullarda mücadele için girdi. Kimisi üniversite eğitimini, kimisi dış ülkedeki işini gücünü bıraktı ve Dillirga tepelerine geldi. Direndi. Gettolarda kadın, erkek direndi. Geçen makalemde yazdığım gibi 1968-1973 arası süren ve olumlu sonuç veren antlaşmaları Sayın Makarios açıklamadı. Şahitleri,  Sayın Makarios’un bu tavrını nereye dayandırdığını şöyle nakleder. “1970 sonrası Avusturalya göçmen kabul etmeye başladı. Makarios, Avusturalya ile anlaşıp, Kıbrıslı Türklere pasaport kolaylığı sağlayarak ve teşvik de vererek Kıbrıslı Türklerin göçünü teşvik etmeyi çıkış yol olarak seçti. Böylece kimse kalmayacak ve oda muradına erecekti”. Evet, toplum kan kaybetti, ama çökmedi. Kaldı. Şimdi yıllar sonra insanlarımız kendiliğinden adayı terk etmeye başladı. Üstelik yalnız Kıbrıslı Türkler değil, 1974 sonrası Türkiye’den adaya gelip yerleşen insanlarda,  bu topraklarda emekleri ile oluşturdukları birikimlerini. Ya da “ tırnaklarımızı bu topraklara geçireceğiz” deyip, onlara ve Kıbrıslı Türlere verilen tarlaları, arsaları satıp, aldıkları kaynağı bu memlekete değil de Türkiye’de yatırıma dönüştürüyor. Gerçek bu. Yani hamaset aidiyet yaratmıyor. O hamaset, yaşanan gerçekle çelişki içinde olduğu için aksine var olan aidiyeti de eritiyor. 
Kimse unutmasın, halksız ve onun demokratik enerjisinden yoksun olan hiç bir siyasi hareket veya toplumsal mücadele sonuca gitmez. 1963-74 arası bir biri ile çelişki içinde olsa da Kıbrıs’ın iki toplumuna da bu ders olmalıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti iki toplumlu idi ama ortak aidiyet oluşmadı. Günümüzde Kuzeyde ve Güneyde birbirinden farklı aidiyetler üzerinden hareket edildi. Ama ne onlar, ne de biz hayır etmedik. Aksine ortak vatanı kaybeden olduk. Bu nedenle bu topraklar üzerinde yaşayanlar sevgi, demokrasi, ortak insani değerleri temel alarak yeni bir aidiyeti ele almalıdır.
Kıbrıs olayları nedeni ile yaşamlarını kaybeden tüm insanları saygı ile anarken, bir daha ana dili Türkçe veya Helence olan hiç bir insanın kanının bu topraklara akmaması için karşılıklı kabul edilecek bir Antlaşma tek dileğimiz olsun. Demokrasi, adalet, barış ve hukuk temel hedef olsun.  

YORUM EKLE

banner471

banner474