banner564

Bir dargın, bir barışık!

Osmanlı İmparatorluğu’nun on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında gözden çıkardığı Kıbrıs adasındaki Türklerin varlığının Türkiye için önemi fiili olarak Cumhuriyette, Demokrat Parti döneminde başladı. 
O güne kadar “Türkiye’nin başına yeni bir Hatay sorunu açmam” yaklaşımı içindeki hükümetlerin tutumunun aksine, Demokrat Parti’nin önde gelen isimleri, rahmetli Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun duyarlılığında,  1958’de Rumların, önce İngiliz sömürgesine daha sonra da Türklere karşı katliamlara girişen Eoka’ya karşılık Türk Mukavemet Teşkilatı kurduruldu.
Zürih ve Londra anlaşmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin % 70’e karşı % 30 ortaklığı konumu yine DP döneminde gerçekleşti ve iyi, kötü bir devlet doğdu.
Olayların başlangıç dönemlerine yeniden girmek, tarihin derinliklerini deşmek istemiyorum!
Geçen yıllar içinde Kıbrıs Türkü adadaki varlığını sürdürebilmek adına çok melanetlere katlandı.
Malum 1974 harekatları yaşandı, değişik isimlendirmelerden sonra nihayet dünyanın tepkisine ve ambargolarına rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.
Dünya ile direkt bağlantıları kopartılan, Rum kesiminin ve Yunanistan’ın düşmanca tutumları sonrasında her başlıkta dünya tarafından haklılığı alenen ortada olmasına rağmen dışlanan Kıbrıs Türkleri oldu.
Bu arada Türkiye’den gelen göçmen akımlarıyla neredeyse nüfusu üçe katlandı. 
Nüfus yoğunlaşmasıyla birlikte eğitimdir, sağlıktır, altyapıdır, devletin temel unsurlarıdır, harcamalar o denli arttı ki yerel gelirler cari harcamaları dahi karşılayamaz duruma geldiğinden Türkiye her dönemde yardım elini uzattı.
İşte son yıllarda Türkiye’den yapılan para yardımı akışı KKTC’deki iktidarda olanlarla Türkiye’yi yönetenler arasındaki zıtlaşmalardan dolayı sekteye uğradı.
Para akışındaki durağanlık zıtlaşan siyasilere değil başta Türkiye’den aktarılan göçmenler başta olmak üzere halkta sıkıntılar yarattı, yaratmaya da devam ediyor.
İşte geçtiğimiz gün Başbakan Ersin Tatar ve Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı Kudret Hoca’nın apar topar Türkiye ziyareti bundandı. 2019 protokolünden sarkan 170 milyonun serbest kalmasının sağlanmasıydı.
Akdeniz’de yaşanan gelişmelerden sonra KKTC’nin Türkiye için anlamı daha ileri boyutlara taşınmış durumdadır.
Adada yaşayan Türklerin varlığı Türkiye’nin hak sahipliliğinin en büyük nedeni olmakla birlikte zengin hidrokarbon yatakları, Yunanistan’ın, İsrail ve bücür Güney Kıbrıs’ın Akdeniz’i parselleme sevdaları, Türkiye’yi kendi sahillerine hapsetme amaçları işin rengini daha da değiştirmiş durumda.
Bütün bunlar dikkate alındığında KKTC’nin Türkiye’nin himayesine, Türkiye’nin ise KKTC’nin varlığına muhtaç olduğu gerçeği ortaya çıkar.
KKTC ekonomisinin denetim altında, kör kuyuları ortadan kaldırarak yüzdürülmesi için seferberlik anlayışı içinde kolların sıvanması kaçınılmazdır.
Adada bunun olabilmesi için yönetim sisteminde değişikliklere gidilmesi şarttır!
Hele Türkiye’yi yönetenler ile KKTC’nin bir dargın, bir barışık olması mehter yürüyüşlerini andırdığından bir arpa boyu yol kat edilmesi imkansızdır.
Bilmem anlatabildim mi?

YORUM EKLE

banner608

banner474