banner564

Böyle mi olmalıydı?

   Kıbrıs adası, yarım asırdan beri ikiye bölünmüş vaziyettedir…
   Bunun ana nedeni ise, Kıbrıslı Rumların adayı ‘tek başına’ sahiplenme ve Yunanistan’a bağlama hedefidir…
   Bu uğurda çok kişinin hayatını kaybetmiş olması, hedeflerini değiştirmiş değildir…
   Çok üzücü olsa da gerçek durum budur…
   Hâlbuki bizler bu adada birlikte, barış ve güvenlik içinde yaşamak istiyoruz…
   Ortodoks Hristiyan olan Rumların kiliselerine, dini geleneklerine saygı duyuyoruz…
   Onların önemli günlerini kısmen de olsa paylaşıyoruz…
   Rumlar gibi bizim de ‘Golifa’ ve ‘Pilavuna’ geleneğimiz vardır…
   Bunlar adamızın gerçekleridir…
   İki toplumun her alanda daha çok işbirliği yapmasını, ortak projeler geliştirmesini ve adanın nimetlerini birlikte paylaşmasını istiyoruz…
   Güneyde alış-veriş yaparken, ödediğimiz her kuruşun yüzde 16’sının Rum Milli Muhafız Ordusu’nun silahlanmasına gittiğini aklımızın ucuna getirmiyor, ödeme yapmaktan geri durmuyoruz…
   Bunu yaparken, onlardan da ‘anlayış’ bekliyor ‘yakınlaşma’ için işbirliğinden kaçmamalarını istiyoruz…
   Kıbrıs adasının 1974 sonrasında ‘Kuzey’ ve ‘Güney’ diye bölünmesi, iki lider arasındaki uzlaşmanın sonucudur…
   Merhum Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Rumların merhum lideri Glafkos Klerides arasında varılan anlaşma sonucunda Kıbrıslı Rumlar güneye, Türkler de kuzeye yerleşmiş oldu…
   Her iki toplum da ‘yeni köy ve kentlerinde’ kendilerine göre bir hayat kurdu…
   Çocukları veya torunları ‘yeni bölgelerde’ dünyaya geldi…
   Kuzeyde çok sayıda Rum’un mülkü vardır…
   Ama güneyde de Türklerin mülkleri vardır…
   Türk mülklerinin sayıca ve değer olarak daha az olması, ‘Tanınmış devlet olan’ bir tarafa ‘adaletsiz’ icraat yapma hakkı vermemelidir…

Böyle mi güven yaratacağız?

   Rum tarafı, 20 Temmuz 1974’ten sonra çok sayıda Türk mülkünü ‘O günkü değerlere göre’, yani yok pahasına istimlak ederek yeni yollar, okullar, mezarlıklar, parklar, askeri tesisler ve havaalanları yaptı…
   Birçok yerde turistik lokanta ve otel arazilerinin sahibi Türklerdir…
   İki bölgelilik oluştuktan sonra ortaya çıkan koşullar nedeniyle Rumların bu hareketleri Kıbrıslı Türklerin saldırısına uğramadı…
   Uluslararası alanda eylemler yapılmadı…
   Fakat Rum tarafı ilk günden itibaren, Kıbrıslı Türklere karşı acımasız bir ambargo savaşı başlattı…
   Etkisi altına aldığı ülkelerle birlikte, Kıbrıslı Türklerin ekonomik yönden gelişmesine engel oldu…
   Özellikle de turizm faaliyetlerine darbe üstüne darbe vurdu…
   Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin yeni özel danışmanı bayan Lute’nin müzakerelerin yeniden başlaması için yoğun çaba harcadığı bir dönemde, Rum Yönetimi’nin, Kıbrıslı Türklere yönelik kabul edilemez davranışları devam etti…
   Larnaka Havaalanı’nı kullanarak kuzeye geçmek isteyen İsrail, Lübnan, Ürdün ve Rus vatandaşlarına yönelik davranışlar bunun en somut örneğidir…
   İsrail gazetelerinde geniş yer alan bu ırkçı hareketler, ne yazık ki;  Birleşmiş Milletler tarafından da önlenemiyor…
   KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’ın uyarıcı açıklamalarına ve BM nezdindeki girişimlerine karşın, Rum tarafının ırkçı davranışlarını sürdürmesi, ilişkilerin gelişmesine hizmet etmiyor ve gelecek açısından bizlere pek umut vermiyor…
   Daha 3 gün önce ‘Teofani’ yortusu nedeniyle Gazimağusa’nın Ay. Georgios Kserinos Kilisesi’nde dini ayin yapmaları ve Palm Beach denizine haç atmaları, KKTC makamlarının izni sayesinde gerçekleşti…
   Birileri artık onlara bu gerçekleri hatırlatmalı ve ırkçı saldırıların durdurulmasını resmen talep etmelidir…
   İlişkilerde düzelme tek tarafın iyi niyetiyle gerçekleşemez…
   İki tarafın da yakınlaşmaya katkı koyması şarttır… 

YORUM EKLE

banner471

banner474