banner564

Bu kadar mı zor?

Geçtiğimiz günlerde Çanakkale savaşlarının adeta minyatürünün gerçekleştiği Erenköy’e 5 ya da 6’ncı ziyaretimi gerçekleştirdim.
Mücadele tarihimizde ayrı bir yeri olan örgütlü mücadelemizin adeta beşiği sayılan Sönmezliler Ocağından yirmi civarında arkadaşımla gerçekleştirdiğimiz ziyareti, aramıza katılarak daha bir anlamlı kılan Erenköy Mücahitler Derneği Başkanı Mustafa Arıkan’a ve mücadelenin tarihçesini muhteşem bir anlatımla sunan Erenköy Mücahitlerinden ve dernek yöneticilerinden Ahmet Yıldırım hocaya sonsuz teşekkürler ederim.
                                                   ***
Erenköye yaptığımız ziyareti bu kez farklı açılardan değerlendirme düşüncesindeyim.
Birçoğumuz mücadelenin şiddetini verilen şehit sayısı ile değerlendirmeye çalışır.
Beş yüz kusur üniversite öğrencisi ve bir miktarda Avrupa’dan katılanlarla bölge mücahitlerinin vermiş olduğu zayiatı savaşların şiddeti ile doğru orantılı olarak görmez.
Halbuki eğitimlerini yarım bırakarak başlarını sokacakları yer dahi bulamadıkları, 
dağlarda bin bir mahrumiyet ve olumsuzluklar içindeki bir savaşa gönüllü olarak katılmaları bile büyük, hem de çok büyük bir fedakarlıktı.
Ankara’nın Kızılay’ında, ya da İstanbul’un Kadıköy’ünde, Beyoğlu’nda volta atmak dururken 
içine atıldıkları yokluklar, yorgunluklar, uykusuzluklar, korkular ve nihayet ölümle sonuçlanabilecek çarpışmalar her babayiğidin göğüsleyemeyeceği büyüklükteydi.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği müdahale yaşanmasa Rum ve Yunanlıların niyetlendikleri insan kıyımı katliam olarak tarih kitaplarına geçebilecek büyüklükte olacaktı.
                                               ***
Ülkemizde çileği ile tanınan Yeşilırmak köyümüz içinde bulunduğumuz coğrafyadaki emsalleri ile mukayese edildiğinde büyükçe bir köy.
Erenköy’e kara yolu ile gidebilmek için sınırdaki Yeşilırmak tan eski adı ile Limnidi’den geçmek şart. 
Sonra da karşımıza bu kez iki bine yakın nüfusuyla bir Rum köyü olan Pirgo çıkıyor. 
Aşağı ve yukarı Pirgo Rum milliyetçiliğinin doruklarda gezindiği bir köy.
İster istemez yakın duran bu iki köyün mukayesesini yapmak zorunda kalıyorsunuz.
Birinde her taraf ter temiz, kaldırımlarıyla, yol boyunca uzanan temiz, bakımlı dükkân ve lokantalarıyla şirin bir Akdeniz kasabası. Her şey yerli yerinde, muntazam, gelen ziyaretçilerin aradıkları her şeyi sunmaya hazır mekanlar.
Diğerine bakıyorsunuz, anayolun üzerinde lokantanın yanı başında araba lastiği tamir atölyesi, onun yanı başında araba tamir garajı, biraz ötede asfaltın kenarına, yerlere oturmuş insanlar sohbette. Her tarafta bir düzensizlik, bakımsızlık, insanların yüzüne akseden bıkkınlık.  
İki köy arasında uçurum büyüklüğündeki farkları hemen görmek mümkün! 
Bu sadece yapısal anlamda değil, insanların sosyal anlamda yaklaşım farklılıklarını da dikkate almak lazım.
Güney yönetimleri coğrafyaları içinde sınır diye değerlendirilen bu bölgede yaşayanları yerlerinde tutabilmek adına faizsiz ya da çok düşük faizlerle krediler veriyor, bedelsiz internet hizmeti sağlıyor. Akla gelebilecek devlet hizmetlerini adeta ayaklarına seriliyor. Yatırımlar sınırsız teşvik ediliyor.
Bir de bize bakalım. Uygulamalarla adeta insanlarımız göçe zorlanıyor. Mahrumiyet bölgesinde kıvranmaya mahkûm ediliyor. Vatandaşa “ne halin varsa gör” deniliyor.
Turizmin ve emsalleri nadir olan tarımın hüküm sürdüğü bölgelerimizde benzer uygulamaları hayata geçirmek bu kadar mı zor? 
Sınır bölgelerinde yaşayan insanlarımızı motive etmek varken, vergiden muaf tutmak,  çok düşük faizli ve ya faizsiz kredilerle yatırıma özendirmek bu kadar mı imkânsız? 
                                                        ****
Ve son olarak, her 8 Ağustos’ta onlarca otobüslere doluşarak, Kıbrıs Türkünün var olma mücadelesinde destan yazan gencecik insanlarımızın bu şerefli kavgayı verdikleri yerleri görmeye, şehit düşen canlarımızın kabirlerini ziyarete, o toprakları bir kez daha görmeye gideriz.
Az önce bahsettiğim Pirgo köyü bölgesinden hemen sonra başlayan Erenköy’e saptığımız andan itibaren karşımıza yol demeye bin şahit isteyen, İngiliz sömürge döneminden kalan bir patika çıkar. 
Altmış, yetmiş belki de seksen yıl önce dökülmüş, asfalt demeye dilin varamayacağı, lime lime olmuş bu yolun bakımını bir yolunu bularak yaptırmak bu kadar yıldır hiç mi akıllara gelmedi. Gelen geçen araçlara çarpan ağaç dallarını, yol kenarlarını temizletmek hiç mi düşünülmedi. Yazık ki ne yazık!
Sorarım, milli değerlere önem verişimiz böylemi? 

YORUM EKLE

banner608

banner474