banner564

Guterres, Mavraoyannis, Hristodulidis ve Tatar

Gazeteci Sayın Ulaş Barış, güzel bir örnek yaşattı. BM Genel Sekreteri Sayın Guterres’in, Taslak Raporunun bir bölümünü yayınladı. Söz konusu Taslak Rapor, Eylül ayında ilgili tüm taraflarla New York’ta yapılacak görüşmeler öncesi çok önemlidir. Sayın Guterres’in taslak raporunda, bu günkü çıkmazdan sorumluluğu  iki tarafa da veren bir yaklaşım var.
 “ İki Taraf arasında barış süreciyle ilgili konularda, esaslı diyalogun devam eden eksikliği, ileriye dönük görüş farklılıklarını derinleştirmeye devam ediyor. Bölünme genişlemeye devam ediyor” diyor. Yani Taslak Raporda, BM Parametrelerini ret ederek görüşme sürecini zora sokan Sayın Tatar’ın, “yeni” dediği en eski siyaseti takip eden Kıbrıs Türk Tarafına, çıkmazın sorumluluğunu tek başına yüklemiyor. Bu  çıkmazın sorumluluğunu ayni oranda, ağzından  devamlı “görüşme süreci başlasın” sözleri dökülen Sayın Hristodulidis yönetimindeki Kıbrıs Rum Toplumuna da veriyor. Peki Sayın Guterres’in  dengeli sorumluluk paylaştırma nedeni, basit bir  denge gayreti mi?
 Bunun böyle olmadığını da Güneyde, yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda %29, ikinci turda da %48’i aşkın oy alan Sayın Mavroyannis’in  Politis gazetesinde yer alan söyleşisinde görüyoruz. Çünkü, deneyimli ve Kıbrıs’ta BM Parametrelerinde karşılıklı kabul edilecek bir çözüme inanan Sayın Mavroyannis, cesaretle bunun basit bir denge siyaseti olmadığını açıklıyor. Zira, “ Sayın Guterres’in, Kıbrıs Rum Tarafının bir görüşme sürecine hazır olmadığına inandığını, bizzat kendisine söylediğini” açıklıyor. Söyleşiyi yapan gazetecinin, “ Genel Sekreterin, iki tarafı aynı kefeye koyma hakkı var mı” temelli, bizim çokça karşılaştığımız sorusuna ise Sayın Mavroyannis;  şu önemli bilgiye dayalı cevabı, aydın ve barışçı kişiliği ile cesaretle şöyle verdi. “ Maalesef uluslararası unsurun bu yaklaşımını haksız çıkartmayı başaramadık. Örneğin, müzakerelere Crans Montana’da kalınan yerden başlayalım derken, 2017’de 6 maddesinden beş tanesini kabul ettiğimiz Guterres Çerçevesinin, şimdi 3 maddesine itiraz ediyoruz” dedi. Böylece ağzı ile sürece destek açıklamaları dökülen, ama gerçekte BM Parametrelerine dayalı Federal Çözüme  inanmayan bir siyasi olarak Sayın Hristodulidis, çözüm sürecinin ısınmasına dönük ateşi alevlendirmeye değil; aksine muhatabı Sayın Tatar gibi ateşi kısma amacında olduğu netleşiyor. Bunun bir işareti de BM sürecini alevlendirmek yerine, AB Zirvesine olmayacak bir dua için önem vermesinden bellidir. Çünkü o zirveye;  AB’ nin Kıbrıs sorunu ile ilgili görev alacak bir siyasi şahsiyeti ataması ve Türkiye – AB ilişkileri ile ilgili dosyaların, Kıbrıs sorunu ile doğrudan ilişkilendirilmesi talebi ile gitti. Ama AB siyaset yapımcıları hala, “ akıllarını hellim ekmekle yemedikleri” için bu yer bulmadı. Üstelik o zirve öncesi birde, siyasi şov yaptı. Bir kısım Kıbrıslı Türk ile yaptığı görüşmeyi, “ Eylül ayında Kıbrıslı Türklere dönük yapacağı açılımların “ hazırlığı diye açıkladı. Neden Eylül? Hem Eylül ayında New York’ta BM Genel Sekreterinin ilgili taraflarca yapacağı görüşme öncesi ön algı yaratmak. Hem de AB Zirvesi öncesi, AB kamuoyuna dönük algı operasyonu için bunu yaptı. Üstelik bu açıklamayı da “ görüşmenin, Kıbrıs Türk Toplumunun kurumsal temsilcileri ile olmadığının” üstüne basa basa söyledi. Böylece kendi özünde var olan, Kıbrıs Türk Toplumunun kurumsal varlığı ile yer alacağı, Siyasi Eşitlik Temelindeki Federal Çözüm karşıtlığını; destekçisi olan DİKO VE EDEK ile diğer çözüm karşıtlarına da ifade etmek istedi.
Hal böyle iken Kıbrıs Türk tarafı;  Sayın Tatar ve UBP ağırlıklı koalisyon hükümetinin bağnaz siyaseti ile çıkmazın tarafı olmaya devam ediyor. Sayın Guterres’in 6 maddelik Çerçeve Antlaşmasını, 2017’de kabul eden taraf olarak, o Çerçevenin önce 5 maddesini kabul eden, şimdi ise 3 tanesine birden itiraz eden Sayın Hristodulidis yönetiminin bağnazlık maskesini, uluslararası alanda çekip alacak, atak bir barış siyaseti yerine;  BM, AB ve tüm uluslararası topluma,   kin kusan yaklaşım sergileniyor. . Bir gün BM’ ye. Öteki gün AB’ye. Devrisi gün ise Türkiye gibi Garantör ülke olan İngiltere’ye dönük saldırgan bir dille verip veriştirmeyi marifet biliyorlar. Yani iç siyasette, ekonomik kriz derinleştikçe, dış politikada sivri hamaset dili de büyüyor. Bu hal doğru değildir. Güneyin ve Kuzeyin sağ duyu sahibi tüm kesimleri, iki tarafta gelişen bu akıl tutulmasına dur demenin yolunu bulmalıdır.  

YORUM EKLE

banner471

banner473