banner564

Her şeyden biraz korkusu...

Ölüm korkusu, ameliyatlar, doktorlar, hemşireler, tahlil üstüne tahlil, ilaçlar ve hastahane kokusu, can havliyle yaşanan acılar, içli duygular, yaşatılanlar... Düşünülenler, düşündürtülenler, hepsi içimizde sağlığımız geri gelsin diye kendimizle cebelleştiğimiz zor anlar... Kiminin korkusuz bir bakışı-bakımı-ilgilenişi, sevgisi-hürmeti-düşüncesi, insan düştükçe anlıyor insanların farkını, sağlıklıyken değil –sağlıksızkende insanların yanında olmalı, sen ey insan sen de bilmelisin değerlerine nasıl anlam verebileceğini, yaşandıktan sonra yaşanmasını istemediğiniz şeyleri yaşanmasın diye çok düşünebilmeli ve ona göre hareket edebilmeli insan. Cesaret hükmün bedeli, bedelsizlik daha icat edilmedi, soranlara henüz erken başka bir gün gelsin keder, ben şimdi savunmasızım, uğramasın-uğramasın sevgisizlik, hastalık ve bu karanlık kan-ter...
Ölünecekse yavaş yavaş olmalı, biz hayatın tadına vararak, geçmiş günleri yad ederek, mutluluğun içinde mutlandığımız düşlerimizle, yaşamanın, nefes almanın kıymetini bilerek, ey yüreğim biraz cesaret, unutturacak sana herşeyi kalben dokunduğun hayatlar –sevgiyi içine geçirmelisin, sevgisizliktir seni yatak yorgan düşüren, yani yine sensin kendinin şeytanı, kötü fikirlisi, sabit fikirlisi, yeniliğe, geleceğe açılamayan açısız bir yürek. Görüş darlığı yaşayan, kendi korkularını bile alt edememiş, sürekli bir şeylerden şikayet eden, nefes almaya üşenen, şüphesiz, yaşadıklarının bile farkına varmadan öylesine yaşayan bir beden, ona günden güne zarar veren, onu kendi sessizliğinde çürümeye iten.. Yalnızlığın tekeli sen de; barışmadın-barıştırmadılar, ya da sen istememezliğe getirildin, biliyorsun şu an sen nerdesin –kiminlesin, kendinde misin?
Sızılar ağır ağır vurur –yaşadıkça, yaşamaya değer mi bilemiyorsun. Bilmek ister miydin az sonrasını, az biraz ilerde nerelere gidebileceğinin işaretlerini, yolun kısa mı uzun mu, bilmek seni üzer miydi? Seni ne üzer söyle, gerçi sen herşeye üzülmeye alınmaya eğilimlisin, senin için hiçbir şey farketmez, su gibi geldin buhar gibi gideceksin, üzerimde nemli bir hava gibi okşayarak tenimi ıslak ıslak gelip geçtin, huzurda böyle bir şey mi? Sağlık, hoşgörü, kalb, anlayış, akıl, iz’an, iman, ahlâk ve huzur ver bana Allah’ım.




POETİKA (50-52)
- Devrik Tümce’den yararlanma:
gözlerinde âşkı bugün bayram uzaklık
köpüklerinden acı kahveler sabahların
Eksilti(ellipse)’den yararlanma:
istemezsen kalmasın hiç gülmek
ve sen neşe ayağını yorganına göre
Artık Söz(plénasme)’den yararlanma:
ayrılıklar gülüşün gülüşlerden, sevgilerden
kalabalıklarda kalabalıkla yaşadığınız evlerden.
Şiirin organizması yapay bir geçim-ergenlik devresi geçirir. Bunu gözümleyen şairin sigortası atar ve kendini bireylemeye ve birlemeye çalışan bir bütünsellikle, eyitişimsel maddeciliğin sürekli devinimi içerisinde olumlanan doğruları şiirde sentezler. Bu karşıtlığın özdeşi şiirin kendisidir. Şiir yapaylıktan kurtulmak için hâlâ bir oluş halindedir. Eğretilenen: (benzeyenden-benzetilene,benzetilenden-benzeyene), isim ve sıfat tamlamaları kullanılarak şiirin özünü amaç t(g)izlemektir. Meselâ: Metonymy-(kinâye,alegori,ad-değişimi):acı-sancı-acı-; gözlerindeki beden kurşunlarını kahpe akıtan tan rengi kızgın bir yürektir!, Synecdoche: ceylanların içtiği kanrevan bir nehir, göklerde akisleri gülüşlerinin, demir gibi tenimde öpüşlerinin yangın yeridir. İmbilim ve Göstergebilim-:)
İlmekterleyen..kaçış-                                   
kabûslardan                                                  
hafif harflerdenyapılma- 
ansızın araya girsem”
bacaklarındaertelenen                              
Arasındakapkaranlık
birgizem-
kapıyıçalarsanaynalardan
yapılma-
Cam! -gövdesi kıpkırmızı
bir lâlezar, İstanbul’dan
yapılma- hayâllerimden
elleri vücûdumda
akıyor nefesi nefesime sarılmaktan
karşıma bir bedenden, küçücük ay-
dınlıklara -birisi 
çıkardayalnızlıklarından
der ben varım sen varsın 
mevsim )y)az- gürültüsünü
dinlerdik ayrılıklardan.
“İki ayna karşılıklı
bilinmeyenli iki denklem
   bölünüp parçalanırdı gökyüzü kadınların,
/-Edip Cansever-/
- İrticalen koşulsuz yontmak, kılçık temizler gibi titizce şiiri kalabalığından kurtarmak- çünkü şiir herşeyin içinde vardır ve saklıdır. Gizini güveneceği gözlere gösterir, ‘şiir ruhun söze dönüşerek nesnelleşmesi, algılanabilir hale gelmesidir’ der Hegel, Valéry ‘şiiri ruhun dili olarak tanımlar’, Bergson ise ‘her şiir ruh hallerini söyler’der. Demek ki dıştangörünmeyen dışa taşarak kendisini sezinletir algılayıcılara. Her algılayıcı algılamak istediği kadarını algılar. Bu yüzden: şiiri herkese algılatabilecek, sevdirecek form’lara sokmalıyız. Kendi kendinden doğmasına, yeşermesine, en güzelin değil güzelin farkında olarak güzelliğine ulaşmalıyız ‘güzel’in. Geçmişten   günümüze kadar yaşayabilen, farkındalığını koruyabilen güzelleri taklit ederek yeni şiirler icat etmeliyiz. geçmişe özlem duymamızın ve daha çok sevmemizin nedeni geçmişten aklımızda kalan kötü şeyleri ayakladığımızda yani unuttuğumuzda her zaman en iyi anı-şeylerin kalmasından dolayı hep geçmişteki güzelliği doğal olarak en iyi anıları ararız ve onları unutmamacasına hatırlamak isteriz. Tadı hâlâ yüreğimizdedir geçmişin çünkü bugünü yaşarken bugünün farkında değiliz. Ancak geleneğin kopmaz bir parçası olarak onunla beraber ayrılmaz bir bütün gibi kendini geliştirmek; insanın daha güçlü köklerle ilerlemesine ve o tecrübelerden faydalanarak bir çok imkânları kendi çizdiği şiir yolunda kullanabilmesi anlamına gelir. Şiirin maddesine boyun eğmeli miyiz? yoksa onu maddesinden bağımsız özgürleştirebilir miyiz? Saf şiire ulaşabilir miyiz? Alain, madde sanatkâr’a yön vermelidir, sanatkâr kendi düşüncesiyle maddeyi şekillendirmemeli veya oluşturmamalıdır diyor. Bence, fert kendi içinden doğan kaynakla kendi hayat tecrübesini şiirle bütünleştirmelidir; sezişle ve bilinçaltıyla. Maddeyi şiirin en masum ve saf olabilecek form’una ulaştırabilene kadar törpülemeli ve hayâlin fikre dönüştüğü -gerçek- gelenekle yoğrulmalıdır.
- ‘idée siz terliksiz yalın ayak yalanmış nasırlar’; ‘lettrisme’ –mantıklı veya mantıksız, -bilinmeyen bir şeyin bir bilinmeyen olarak bilinememesi- birşeyin nesnesi ve özü, -önermenin dili bilinmeyen bir felsefeden, imgeden ve sözcüklerden..,-Şiir Üst Dili; her parçacığın statüsü üstünde kendi anlamını yarattığı ve yaydığı andan, okuyucunun onu nasıl algıladığı zamana kadar olan tüm anlaşılanlar o şiirin anlamını ifade eder. Şiirin bilinci yine şiirdir, malzemesi insandır. Kendinden başlayıp kendine dönen bir sayılamadır; şiirin ifade ettiği duyguları açıklamak kapsamlı ve zordur, fakat kamu malı durumuna düştükten sonra birçok sonuç verebilir anıştırdıkları.. –insanın karakter yuvasında esin parçacıkları derinleştirir şairi ve otoritesini sarsar şiirin ve sanata esinletmeyi öğretir.




Haftanın Şiiri: 
CAMKIRIĞI
Şehrin dev ışıklarıyla camkırığı sevişmelerimiz,
mazgalların oluklarında telliduvaklı melodisiyle;   
geceleyin sencilliğin koyup gözlerimin atölyesine,  
çoğaltıp öpüşleri öpeceğim sen kılığındaki hayâlini..
Usulcacık kadınlığının en kuytu sokaklarından;
ahacık beni eksiltip eksiltip gitmelerin alabildiğine,
o firavun gözlerinle o çürük çarık sesinle sokul azacık;
beni doğrula beni sağalt beni rezil sessizliğinle,
bacaklarının arasından âşkı çoğaltıp köle et kendine.
YORUM EKLE

banner608

banner473