banner564

KKTC’de insan hakları ihlalleri ve olumsuz etkileri

Bölüm 1

Geçmiş yıllarda Kıbrıs’ta yaşam 
Eskiden Kıbrıs’ta yaşamın çok iyi olduğunu söyleyenler vardır. 1974 öncesinde insanların güven içinde oldukları, kapılarını kapama veya kilitleme gereği duymadıkları, sorunsuz yaşadıkları yazılıp söylenmektedir. Acaba bu söyleneler doğru mu? 
Objektif bir araştırma yapıldığı zaman gerçeğin hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Söylenenlerin aksine geçmişte Kıbrıs Türk halkının çok sıkıntılı günler yaşadığı bir gerçektir. Özellikle 1963-1974 yılları arasında bu sıkıntılar tavan yapmıştı.
1963 yılında Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının, 13 maddesini iptal ettirmek için mücadeleye başladı. İptal ettirmek istediği maddeler Kıbrıs Türk Halkına eşitlik ve devleti birlikte yönetme hakkı veren maddelerdi. Talep kabul edilirse Kıbrıs Türkleri Kıbrıs’ta egemen iki eşit halktan biri olmaktan çıkıp Rum Yönetiminin istediği gibi azınlık haline gelecekti. Böyle bir isteğin Kıbrıs Türk Halkı tarafından kabul edilmesi mümkün değildi. Bu nedenle talep reddedildi. 
Kıbrıs Türk Yönetiminin Anayasa değişikliğini reddetmesi üzerine 21 Aralık 1963’te Rum saldırıları başladı. Rum Yönetimi EOKA örgütü ile birlikte tüm Kıbrıs’a egemen olmak için saldırı yapıyordu. 1974’e kadar devam eden saldırılarla Kıbrıs’ın % 97’sini işgal etti. Türk yerleşim yerlerinin işgalini Türkiye engelledi. Türk halkı adanın toplam %3’ünü oluşturan yerleşim yerlerinde (enklavlarda) kuşatma altında yaşamaya başladı. 
Kıbrıs Türklerinin yaşadığı enklavlar bir birinden ayrı idi. Bir Türk bir enklavdan çıkıp diğerine gitmek istediği zaman Rum bölgesinden geçmek zorunda kalıyordu. Rum bölgesinde Türkler her an aşırı milliyetçi bir Rum tarafından saldırıya uğrayabilirdi.
 Rumlar Türkleri tarihsel düşman kabul ediyordu. Bu nedenle Rum bölgesine geçen Türkler dikkatli olmak zorunda kalıyorlardı. Rum bölgesinde aralarında konuşurken seslerini kısmak zorundaydılar. 
Bir enklavdan diğerine gitmeye kalkan Türkler bazen Rum polisi tarafından durdurulup yoklanıyor ve sorguya çekiliyordu. Sorgulananlar bazen tutuklanıyor ve bazen onlardan bir daha haber alınamıyordu.
Türk bölgelerinin girişleri Rum polis tarafından kontrol edilmekteydi. İçeriye izinsiz eşya getirmek yasaktı. Rum Yönetimi Kıbrıs’ın tümüyle bir Yunan adası olması gerektiğine inandığı için Türk bölgelerinin gelişmesine razı değildi. Bu nedenle Türklerin her hangi bir eşyayı ithal etmelerine kolay izin vermiyordu. . İzne tabi eşyalar arasında ilaçlar ve inşaat malzemeleri de vardı.
Özetlersek Kıbrıs Türklerinin, 1974 öncesinde iyi bir yaşamları olduğu iddiası doğru değildir. Aksine insanlık dışı hapis hayatı yaşadılar.  Maalesef o günler ve çekilen sıkıntılar çok çabuk unutulmuşa benziyor.

1974 mucizesi ve Kıbrıs’a barışın gelmesi 
Bu karanlık dönemlerden sonra 1974’de bir mucize gerçekleşti. 15 Temmuz 1974 de Rum silahlı güçleri bir darbe yaparak Kıbrıs’ı Yunanistan bağlamak istediler. Bunun üzerine Türk ordusu Kıbrıs’a müdahale etti ve birkaç gün içinde Kuzey Kıbrıs’ın özgür bir bölge olmasın sağladı. 
Kuzeydeki Türk enklavları birleşti. Kuzey Kıbrıs, Türklerin güven içinde yaşayabilecekleri özgür bir bölge haline geldi. 
Türk ordusu Güneyi işgal etmeyerek Rum egemenliğinde kalmasına izin verdi. Bu Sn. Bülent Ecevit’in Kıbrıs’ta yaşayan iki halka da barış sağlama projesi idi. Ecevit tüm dünyaya barış götürmeyi amaçlayan Atatürk ilkesini uyguluyordu. Ecevit bu nedenle Kıbrıs’ta nüfus mübadelesini de gerçekleştirdi. Nüfus mübadelesini önlemek isteyenlere engel oldu. 
Böylece Kıbrıs’ta fiilen iki ayrı devlet oluştu. Kıbrıs’ta yaşayan iki halk kendi devletlerinde özgür yaşamaya başladılar. Bu durum her iki halkın da yararına idi. İki halk tarihte görülmemiş ölçüde refaha kavuştular. Kıbrıs’ta ne silah sesi kaldı ne de gözyaşı.
Bu tablo karşısında doğal olarak iki ayrı devletin Kıbrıs’a barış getirdiğini, bunun çok iyi bir sonuç olduğunu, iki devleti kalıcı hale getirmekle barışın kalıcı olacağını düşünmemiz gerekmez mi? Aklı başında olan, vicdan sahibi her insanın, Kıbrıs’ta barışın kalıcı olmasını ve bunun için iki devletin tanınıp yan yana barış içinde yaşamasını istemesi gerekmez mi?
Maalesef dünyada gelişmeler böyle olmadı. Kısa zamanda toparlanan ve yeniden tüm Kıbrıs’a egemen olmak için mücadele etmeye başlayan aşırı milliyetçi Rum Yönetimi iki devletli durumun bir felaket olduğu propagandasını dünyaya yaymaya başladı. Başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlar da bu propagandanın etkisinde kaldılar. Kıbrıs’ta iki devletin kabul edilemez olduğunu, iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon kurulması gerektiğini açıklamaya başladılar.
İncelendiği zaman bu kuruluşların 1974 öncesine dönülmesini ve Kıbrıs Cumhuriyeti benzeri bir düzen kurulmasını istedikleri anlaşılmaktadır. Halbuki 1974 öncesinde Kıbrıs’ta huzur yoktu. 

Federasyon görüşünün ağırlık kazanması 
Rum Yönetimi Kıbrıs’ta iki devlete şiddetle karşı çıkarken 1974 öncesine dönmeyi arzu etmekteydi. Federasyon görüşünü desteklerken Kıbrıs’ın nüfus durumunu dikkate alıyordu. Kıbrıs nüfusunun % 80 Rum, % 20 Türk olduğunu göz önünde bulundurarak bir federasyon kurulduğu zaman eski Kıbrıs Cumhuriyetinde olduğu gibi Rum Yönetiminin avantajlı olacağını dikkate alıyordu. 
Rum Yönetimi federasyonun uzun vadede Rum egemenliğine geçme fırsat doğuracağını, bu durumun ileride Rum ideallerinin gerçekleşmesi için bir geçiş dönemi oluşturacağını hesaplıyordu. 
Buna karşılık geçmişi anımsadığımız zaman federasyon veya benzeri ortak bir devletin barış getirmeyeceğini, çatışma, hatta iç savaş çıkaracağını görüyorduk. Federasyonun ne olduğunu 1963’te meydana gelen olaylardan anlamak mümkündü. 
Bu durumda sormamız gerekir. BM ve diğer uluslararası kuruluşların, barıştan yana yani iki ayrı devletten yana olmaları gerekmez mi? Bunu yapmayarak ağız birliği içinde iki devletli durumu sona erdirmek istemelerinin ve çatışmalarla dolu federasyonda ısrar etmelerinin anlamı ne olabilir?
Bu soruyu ciddi olarak kendi kendimize soralım ve Kıbrıs’ta barışın nasıl sağlandığı açıkça görüldüğü halde dünya kamuoyunun niçin bundan farklı bir öneride ısrar ettiğini anlamaya çalışalım. Niçin BM ve diğer uluslararası kuruluşlar çatışma yaratacak taslakları müzakere masasına koyuyorlar?
Bu soruyu kendi kendimize sorduğumuz ve yanıt aradığımız zaman müzakere masalarında bizi bekleyen tehlikeleri de anlamış olacağız. (Devam edecek) 

YORUM EKLE

banner608

banner474