banner564

Kürk meselesi ve halimiz

  Nasreddin Hoca, köyünde bir düğüne giderken “Nasıl olsa kendi yerimdeyim, herkes tanıyor, bari cübbeyi giymeyim” demiş...
  Düğün evine cübbesiz gittiğinde herkese el kaldırıp, seslenmiş...
  Ama hiç kimse ona karşılık vermemiş...
  Hoca, boş bulduğu bir masaya oturmuş...
  On, on beş, yirmi dakika, kimse ona ikramda bulunmamış...
  Nasreddin Hoca bu ya...
  “Cübbeyi giymeyince böyle oldu” diyerek, düğün yerini terk etmiş...
  Sonra evine gidip cübbesini giydikten sonra geri gelmiş...
  Kapıdan içeriye adım attığı andan itibaren herkes “Hoca efendi hoş geldiniz” diyerek ona hürmet etmeye başlamış...
  Kısa sürede masası donatılmış...
  Hoca “Yeter artık, bu kadar ikram çok fazla ama bana bir yoğurt getirin” demiş...
  Yoğurt geldiği zaman ise cübbenin ucunu kâseye daldırmış...
  Etrafındakiler bu duruma şaşıp, kalmış...
  “Hoca efendi ne yapıyorsun” diye sorduklarında “Marifet bende değil, işte bu cübbede” demiş...
  Cübbe olmasaydı, bu hürmet de olmazdı...
  Öyleyse “Ye cübbem ye”...

Makam yoksa ikram da yok

  Bu hikâyeyi farklı şekilde anlatanlar da olabilir...
  Ama içlerinde en sevdiğimi sizlere de aktardım...
  Küçük bir ülkede yaşıyoruz...
  Yüzlerce bakan geldi, geçti...
  Koltukta oturdukları dönemde sayısız davet alıyorlardı...
  Yılbaşı geldiği zaman hediye paketlerini eşekler kaldırmazdı...
  Bir de emekli olduktan sonraki durumlarına bakınız...
  Koltuk gittikten sonra hiç aranmaz olduklarını çekinmeden söyleyenler vardır...
  İlginç bir toplumuz...
  Rauf Denktaş’ı 40 yıl omuzlarda taşıdık...
  Hayatını kaybettikten sonra, KKTC’nin kuruluş yılında bile adını anmaktan çekinenlerin olduğunu gördük...
  Bir meslektaşım, üst düzeydeki görevinden ayrıldıktan sonra rahatsızlık geçirmişti...
  Kendisini ziyarete gittiğimde, arayan ve soranın olmadığından yakınmıştı...
  Öyle zaman olur ki; bir ülkenin kaderiyle oynayabilecek güçtesiniz...
  Etrafınızda dolaşanlar, yağ çekenler, davet edenler çok olur...
  İşi bıraktığınız veya emekli çıktığınız anda, etrafınızdakiler bir anda yok oluverirler...

Ailelerin durumu

  Siyaset ve iş dünyasında yaşanan bu üzücü davranış biçimleri, son yıllarda aile yaşantısına da yansıdı...
  Adam; yıllarca peşinden koştuğu bir kadını sonunda ikna edip, evleniyor...
  Çocukları da oluyor...
  Bir süre sonra o uğruna öldüğü kadını ihmal etmeye başlıyor...
  Bunun tersi de oluyor tabi ki...
  Erkeğin yaptığını, kadınlar da yapıyor...
  Ayrıldıkları zaman ise inanılmaz suçlamalar başlıyor...
  “Siz onun ne kötü adam olduğunu bir de bana sorunuz... Beş yıl canımı yaktı ama sinip kaldım” deniyor...
  Bazıları daha da acımasız olabiliyor...
  Cinsellik yönünden yetersizlikle suçluyor adamı...
  Küçük bir ülkede hemen bomba tesiri yaratıyor...
  Adam; bu çirkin iftirayı duyunca bu kez kendini kanıtlamak için, gömlek, pantolon gibi kadın arkadaş değiştirmeye başlıyor...
  Hay Allah...
  Ne gerek var buna...
  Bırak istediğini söylesin...
  Neticede sen kuvvetli bir erkeksin!..
  Değil mi yani?..
 
Konuşmaktan korkanlar var

  Makam sahibi olan adamın etrafında dönenler çok olur...
  Hele en yakınındakiler...
  Ah bir de zorunlu ayrılık olunca, bir tanesini zor bulursunuz yanınızda...
  Çil yavrusu gibi dağılıverirler...
  Peki neden?..
  Yeni gelene şirin görünmek için!..
  Yeni gelen, eskisinden neden rahatsız olsun?..
  Neticede aylarınız, yıllarınız eskisiyle birlikte geçmiş...
  İşte birlikte oldunuz...
  Zaman zaman sosyal ortamlarda bir araya geldiniz...
  Yemek yediniz, içtiniz, eğlendiniz...
  Bir anda bunları silip atıyorsunuz...
  Öyleyse neden değişiyorsunuz?..
  İşi kaybetme korkusundan mı tüm bu olanlar?..
  Bugün kaybedersin, ama yarın kazanırsın...
  Bir de farklı düşünce üretebilsek ne iyi olur...
  Ama üretilmiyor...
  Toplumun yapısı öyle bir şekillendi ki...
  Koltuk ve makama bağlandı her şey...
  Dostluklar, arkadaşlıklar bile...
  Bazıları koltuğun yüksekliğine de bakıyor...
  “Bu henüz en yükseğe çıkmadı” diyor ve o düşünce çerçevesinde yapması gerekeni yapmıyor...
  Sizi dışlamak için kendi kendine çare üretiyor zavallı...
  “Benim koltuk daha yüksekte” düşüncesiyle, en güzel köşeyi kapıyor!..

Kaybeden insanlık oluyor

  Tüm bu örnekler KKTC’de yaşadıklarımızdır...
  Başka ülkelerde bir siyaset adamı kolay yetişmiyor...
  Devlet o insanı yetiştirmek için büyük paralar harcıyor...
  İyi bir tahsil, güçlü bir şirkette yöneticilik...
  Yılların deneyimleri sonrasında siyasete aday gösteriliyor...
  Geçici bir süre görevini yaptıktan sonra, o siyasetçi ömrünün sonuna kadar hem ülkesinde, hem de başka ülkelerde en saygın kişiler arasında olmaya devam ediyor...
  KKTC’de 10 yıl bakanlık yapan öyle insanlar var ki; görevden ayrıldıktan sonra kapısını çalan olmuyor...
  Bizde zaten hiç kimse, başkalarının fikirlerine önem vermiyor...
  “Ne yani benden iyi mi biliyor?” diyerek, kendi yanlışlarıyla ülkeyi idare etmeye çalışıyor...
  Hele bir de o makam araçlarının arka koltuklarına oturmak var ya...
  Nereye gittiğini hiç düşünmüyor...
  Hâlbuki gidilecek yol bellidir...
  Eskiler nereye gönderilmişse...
  Yenilerin gideceği yer de orasıdır...
  Günü gelecek sana da şöyle diyecekler:
  “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye...”

Daima kendine güven

  Yenisi gelince, eskisini terk etme...
  Kısa süreli bir koltuk uğruna, kişiliğini değiştirme...
  Üç kuruşluk menfaat için, başkalarına köle olma...
  Sevmediğin ortamlarda sırıtıp, zamanını boşa harcama...
  Bırak hasta adamcıkları kendi küçük dünyalarında çırpınıp, dursun...
  Senin adın, şanın, mutluluğun ve huzurundur önemli olan...
  İyi günlerde, kötü günlerde birlikte olduğun insanı, ayrılık vakti gelince yerden yere vurma...
  Namusuyla oynayarak, haklı çıkmaya çalışma...
  Sen doğru yolda ilerledikçe, kötüsü de iyisi de belli olur meraklanma...
  Yeni bir yıla girdin...
  Önümüzdeki günlerin ve ayların neler getireceğini bilemezsin...
  Altındaki koltuk sahte ise zaten çekip alacaklar...
  Dönüp, dolaşıp gideceğin yer yine kürkçü dükkânı olacak...
  Öyleyse dostuna ve komşuna yüksekten bakma...
  Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı...
  Sana hiç kalmaz...

YORUM EKLE

banner471

banner473