Tatil için memleketine, yani Kıbrıs’a gelen amca, üniversiteyi yeni bitirmiş yeğeni ile sohbet ederken, kendisine yöneltilen soruları yanıtlıyor:
“Amca ne kadar maaş alıyorsun?..”
-Bizim orddaaaa maaşlar haftalık ödeniyor. Haftada 500 Sterlin alıyorum...
“Aman amca ayda 2 bin sterlin, yani 8 bin 800 TL ediyor... Bizde bakan maaşı kadar...
Amca cevap veriyor:
“Oğlum, bizde vergiler çok yüksek...”
Ve başlıyor haftalık giderleri sıralamaya:
-Ev taksidi (Mortgage): 200 Sterlin
-Council tax (Belediye vergisi) : 35 Sterlin
-Su, elektrik, gaz: 25 Sterlin
-Road tax (seyrüsefer), insurance (sigorta): 15 Sterlin
-Benzin: 20 Sterlin
-Sigara: 35 Sterlin
Bunların toplamı 330 Sterlin yapıyor...
Haftalık geliri 500 Sterlin olan adam, 330’unu bu şekilde harcadıktan sonra elinde 170 Sterlin kalıyor...
Çocuk gideri, mutfak gideri, çalışma günlerinde mecburiyetten işyerinde yemek gideri, sıfıra sıfır, elde sıfır...
İnanması çok zor
Kuşkusuz ‘Avrupa’da hayat şöyle, oralarda kazanç böyle’ masallarıyla avutulan genç, amcanın ağzından çıkanları duyunca şaşırıyor...
Ve yeniden soruyor:
“Sen zengin olmadın mı orda?..”
Amca gülümseyerek cevap veriyor:
“Çok eski yıllarda Londra’ya giden ve lokanta çalıştıran ya da terzilik yapanlar kazandılar... Ama artık bizim orddaaaa işsizlik var...”
Haftada 500 Sterlik kazanabilmek için yılların deneyimi gerekiyor...
İşe yeni başlayan tecrübesiz kişilere bu parayı vermiyorlar...
Ev, kira, belediye vergilerinin en ağır olduğu ülkelerden biridir İngiltere...
Evde televizyon varsa, ona da her yıl vergi ödeyeceksiniz...
İşinize çoğu kez araba ile gidemiyorsanız, tren veya otobüs parası vereceksiniz...
Sabahın 6’sında yola koyulup, evinize akşam 8’de döneceksiniz...
Öyle havadan para kazanmak, cebi şişirmek mümkün değil...
Sığınmacının anlattıkları
Amca ile yeğen arasındaki bu konuşmayı dinlediğim sıralarda aklıma, bundan 7 yıl kadar önce yaşadığım bir olay gelmişti...
Londra’nın en görkemli bölgelerinden Knightsbridge yer altı tren istasyonuna indiğimde “Reşat Bey... Reşat Bey...” diye seslenen bir adamla karşılaşmıştım...
Yerin onlarca metre altında, kirli bir ortamda temizlik işi yapıyordu...
Kolumdan tutup derdini anlatmaya başladı:
“Biz daha iyi bir yaşam hayaliyle buralara göç ettik. Devletimizi kötüleyerek sığınma talep ettik ve kazandık... Şimdi bu kirli ortamlarda çöpçülük yapıyorum... Devletimiz bizi affederse geri döneceğim... Çok pişmanım, lütfen bana yardım edin...”
O adamın pişmanlığını gördüğüm zaman çok etkilenmiştim...
Cennet gibi bir ülkeyi bırakıp, karanlıklar içinde bir yaşama sığınmanın akıl işi olmadığını bir kez daha anladım...
Gerçekten çok güzel bir ülkede yaşıyoruz...
Bu ülkenin kıymetini bilmeliyiz...
Özellikle siyasiler, insanlarımızı yaşamdan, devletlerinden ve ülkelerinden soğutmamalıdır...
Halka daha iyi hizmetin yolları bulunmalı ve gençler ‘önce öğrenmeye’, sonra ‘çalışmaya’ teşvik edilmelidir...
Kuşkusuz; yurt dışına göç edip yüksek maaş kazananlar da olabilir...
Ya şans, ya üstün başarı bol para getirebilir...
Ama bunların sayısı çok azdır...
Ezici bir çoğunluk ezilenler sınıfındandır...
Ülkemizde nüfusa ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini de dikkate alarak, yurt dışındaki soydaşlarımızı geri getirecek projeler hazırlanmalı ve hayata geçirilmelidir...
Hükümetsiz bir ülkede bunlar kolay değil elbette...
Ama umutsuz da yaşayamayız...