Sevgili Derman Atik abimin nazik davetleriyle 1 Kasım 2024’ten beri sahnelenen “Yarım Canlar Destanı” adlı tiyatro oyununu izlemek için Girne Oda Tiyatrosu’nda yerimizi almıştık.
Yoğun iş tempomdan ancak fırsat bulup gidebildik. Diyebilirim ki bu şahane oyunun ünü tüm Kıbrıs adasına çoktan yayılmıştı. Tiyatro salonu yine full doluydu.
Esasta Limasollu daha sonra da 1974 Mutlu Barış Harekâtı ile Güzelyurt’a yerleşen bu şahane insan ve ailesi tipik bir Kıbrıs Türkü gelenek ve göreneklerini yaşatan güzel bir aile. Oyunun diğer oyuncuları o da Limasollu Cenk Gürçağ abimiz ve Derman abinin eşi İlksen Hanım. Oyun başlarken üç kişinin aslında 30 kişilik dev bir tiyatro kadrosuna dönüştüğünü hissediyorsunuz.
Yarım Canlar neyi anlatıyor?
Aslında Derman abinin doğduğu 1962 yılı esas alınarak, 1878 yılında adanın İngilizlere kiralanması süreci ile başlayan yokluk, ekonomik sıkıntılar, Kıbrıs Türkünün ayakta kalma mücadelesi ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile devam eden mahrumiyet yıllarından sonra emperyal güçler doğrultusunda adada birbirine kırdırılmaya çalışılan iki halkın durumunu anlatıyor. İngilizlerin adadan çekilmesi ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ve daha sonra Kanlı Noel ile yerlerinden edilen Kıbrıslı Türklerin acıları. Türk ve Rumların ne kadar birbirlerine “faşizan ideolojiler enjekte edilmeden” bağlı olduklarını anlatan bir destan. 1974’e kadar mahrumiyet zamanlarında bile olsa kurulu düzenleri olan, ekmeğini taştan çıkaran Kıbrıslıların sevgi ile, umutla büyüttükleri özlemlerini ve yarım kalmış hayatlarını anlatıyor.
Esas can alıcı nokta neresi?
1974 öncesi ve sürecini yaşayan herkes kendinden bir parça buluyor, onu sahnede yaşıyor. Örneğin biraz puslu anılarımda, siyah ve beyaz olsa bile, beni 1974 yılında Piskobu köyünden can havliyle kaçarak İngiliz üsleri Happy Valley’de kara çadırlara götürüyor. Eşim bir anda annesi ile arabada, iki kardeşi ile anneannesi ve dedesinin evine geldiği anıları tekrar yaşıyor. Bir anlamda Derman abinin ekseni etrafında herkes kendini bir yere konumluyor. Kimisi evinin bodrumuna saklanmış, kimisi meyve bahçelerinin kendilerine göre en güvenli yerine, kimisi Rum komşularının evine; bazı Rumlar Türk komşularının evine sığınmış. Saklanmış dersek daha doğru olur çünkü bazıları otuz, kırk yıl birlikte aynı mahallede yaşadıkları Rumların yardımı ile meyve kasalarının, samanların içerisinde İngiliz Paramal, Dikelya veya Piskobu Ağrotur üslerine sığınıyor.
Aslında izleyicileri bu kadar etkileyen bu gerçekçi yaklaşım oluyor. 1974 sürecini yaşamayan olsa bile anneleri, babaları, hısım akrabalarından duydukları ile o günlerin zorlu şartlarına yeniden dönüyor, o anları yaşıyormuş gibi hissediyor. Dram yönü çok az çünkü dram yerine gerçeklerin bir yansıması anlatılıyor.
Dramatize edilen iki sahne var ki işte o an benim gibi herkes gözyaşlarına boğuluyor. Birincisini anlatacak olursam; Derman abinin babasının arkadaşı (Baba Nigolli) olan Rum dostunun, İngiliz üslerine onları Rum komşularının arabasında meyve kasaları içerisine saklayarak ve Rum askerlerinin içerisinden geçirerek kurtarmaları ve son veda sarılmaları. İkincisi ise; 2003 yılında Derman abinin babasının kendi elleriyle ektiği meyve bahçelerindeki ağaçlara koşarak bir sevgiliye sarılır gibi sarılması. İnanılmaz sahnelerdi bunlar. Anlatılmaz yaşanır.
Emperyalizmin etkisi
Emperyal güçlerin ektiği zehirli tohumlar…
Kısadan hisse çıkaracak olursak; Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nı birbirleriyle çok az husumetle atlatan bu iki Kıbrıs halkı, 1950'li yıllarda artık birbirine küstürülmeye, savaştırılmaya çalışılmış. Belki daha akıllı davranılsaydı bu halklar oynanan oyunun farkında olsalardı o kötü günler yaşanmayacaktı. Ancak bunda muvaffak olamadılar; dini bir lider olan Makarios siyasete bürünerek Kıbrıs Türkünü adadan yok etmeye çalıştı. Günümüzde ise bu iki halkın liderleri yeniden bir araya gelmek çabasında uluslararası görüşmelere başlayacaklar. Siyaseten bir anlaşmaya varılsa bile (zor), Rum kilisesini aşmak ve makul bir barışa ulaşmak ne kadar kolay, onun yorumunu size bırakıyorum.



Rumlar çözüm istemiyor bahaneleri Türk askerini adadan çekilmesini öne sürüyorlar, iki ayrı toplum, din ve ırk tamamen farklı, eskiden bu insanlar ayni topraklarda doğmuş ayni evi yemeği paylaşmış ve ayrım gözetmeksizin beraber yaşıyorlardı, aradan 50 sene geçti bu ilişkiler kayboldu maalesef, bundan dolayı türk askeri adan çekilse bile çözüm zor olur. Aklıma bir örnek geldi bilmem ne kadar doğru ama yazmak istedim, kedi,köpek eniklerini küçükken bir odaya bırakın beraber büyüsünler ayni yemeği suyu paylaşsınlar beraber oynasınlar bunlar büyüdükçe biri birleriyle çok iyi dost olurlar. Fakat büyük kedi ve köpek bir odaya koyun biri birini tanımaz, kısa sürede öyle kavga ederler ki kim ölür belli değil