Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili müzakere sürecinde, Türk tarafının izlediği ‘karartma’ siyaseti kabul edilebilir değildir...
Böylesi bir siyaset izleyenlerin; diğer yandan Rum basınından alıntı yaparak yayın yapanlara veya eleştiri yöneltenlere kızma, öfkelenme hakları yoktur...
Rum basınında yer alan herhangi bir haber yalan ise; o zaman çıkar ve “Bu haber yalandır ama doğrusu da budur” dersiniz...
Mesela son haberlerden bir tanesini ele alalım...
Sözde Maraş Belediye Başkanı Aleksis Galanos, önemli gelişmelerin yaşandığını, 3 ay içinde sonuç beklendiğini söyledi...
Galanos, “Söylediklerimin dayanağı sağlamdır” dedikten sonra, Rum lideri, BM temsilcisi ve KKTC lideri ile görüştüğünü ifade etti...
Şimdi bu noktada, Maraş’ın 3 ay içinde Rumlara iade edilip, edilmeyeceğini ‘Türk tarafında’ en iyi bilen kimdir?..
Müzakereciler...
Öyleyse tek bir şey söylesinler:
“Bu haber doğrudur... Veya yalandır... Veya eksikleri vardır...”
Maraş’tan başladığımıza göre; mülkiyet konusunu irdelemeye devam edelim...
Sayın Cumhurbaşkanı, “Sadece koçan sahibinin değil, 41 yıl orada yaşayanların da hakkı var”dedi...
Kuşkusuz; mülk meselesini 41 veya 11 yıl ile ölçmek mümkün değildir...
Sayın Akıncı KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak müzakere yapıyorsa, bir ay önce Rum mülkü satın alan adamın elinde de KKTC’nin tapusu vardır...
Eğer bu tapuların geçerliliği yoksa o zaman halka ilan edilmelidir:
“Ey insanlar, elinizdeki KKTC tapuları geçersizdir... Islatıp suyunu içebilirsiniz...”
Yok, bu tapular geçerli ise; o zaman ‘taviz bölgeleri dışındaki’ yerlerde oturanları ‘komisyonlara’ havale etmezsiniz...
Peki ne yaparsınız?..
Mal Tazmin Komisyonu’na havale edersiniz...
Giderler ve güneydeki bir mülk ile takas yapmak istediğini söylerler...
Veya mülklerini satışa koyarlar...
KKTC ve TC’nin oluşturacağı bütçe ile bu mülklerin paraları ödenir...
Böylece iki bölgelilik bozulmaz...
Yerinden oynayacak olanlar için de aynı şekilde tazminat yöntemi uygularsınız, bu sorunu çözmüş olursunuz...
Hiç kimsenin, Rum mülklerine ‘bedavadan konma’ talebi yoktur...
Ancak insanların elinde kendi devletlerinin tapusu var ise ve siz de o devleti temsil ediyorsanız, bunu savunmalısınız...
Tek hedefleri geri dönüş
Ne var ki; Kıbrıslı Rumlar; yaşadıkları ağır ekonomik krize rağmen kuzeydeki mülklerini kesinlikle satmak istemiyorlar...
İstisnalar hariç...
Hele Girne’yi ‘Türkleştirecek’ bir oluşuma asla izin vermezler...
Mülkiyet konusunun ‘üçlü komiteye’ havale edilmesinin nedeni de budur...
Bu komitede yer alacak Kıbrıslı Türk üye, diyelim ki; tapu sahibinden yana değil de, mülkün içinde oturandan yana oy kullandı...
Ama Rum üye ile AB temsilcisi ‘AB müktesebatı’ savunmasıyla bu mülkü anında ilk mal sahibine iade eder...
O zaman içindeki Türk ne yapar?..
Binlerce insan bir anda kapı dışarı edildiğinde veya adanın dört bir yanına dağıtıldığında sonuç ne olur?..
İki bölgelilik diye bir şey kalmaz...
Toplamda 200 bin civarındaki Kıbrıslı Türk; 800 bini aşkın Rum çoğunluk içinde erir, gider...
Ayrıca, toplumun ezici bir kesimi, Rumlarla ‘karma yaşama’ hazır değildir...
Gün içinde güneye geçip alışveriş yapıp, geri dönmek başka bir şeydir...
Birlikte yaşamak başka bir şeydir...
Girne’deki adamı Limasol’a gönderdiğiniz zaman, o insanın 41 yıl sonra ne iş yapacağını, nasıl geçineceğini de düşünmelisiniz...
Çözüme ‘evet’ ama çözülmeye ‘hayır’
İçimizdeki bazı insanları anlamakta zorlanıyoruz...
İç sorunlarımızı gerekçe göstermek suretiyle ‘nasıl olursa olsun, yeter ki bir çözüm olsun’ fikrini savunabiliyorlar...
Böylesi bir gelişmenin yaşanması halinde öncelikle kendilerinin ve aile yakınlarının bir anda çaresiz kalacağını hiç hesap etmiyorlar...
Evet, Kuzey Kıbrıs’ta sorunlarımız vardır...
Çevremiz kirlidir...
Belediyelerde ve resmi dairelerde hizmetler yetersizdir...
Sağlıkta ve eğitimde ciddi sıkıntılar yaşanıyor...
Ama bunları çözmek kendi elimizdedir...
Başarılı olabilmek için de çareyi ‘tehlikelerle donatılmış’ bir çözümde aramak yerine, öncelikle kendi yöneticilerimizi sorgulamalıyız...
Onları icraata zorlamak için ayağa kalkmalıyız...
“Ey belediye, bizden her ay bu kadar para topluyorsan, musluklarımızdan temiz su akıtmalısın” demeliyiz...
Şişkin kadroların azalması için onları zorlamalıyız...
Lise bitiren herkesin, üniversitelerin herhangi bir bölümünden mezun olmasını teşvik etmek yerine, ihtiyaç duyulan mesleki alanlarda eğitime yönelmeliyiz...
Avrupa hayali kurarken, tüm gençlerimizin devlet dairelerinde, klimalı ortamlarda işe alınacağını düşünüyorsak, başımıza nelerin geleceğini insanımıza anlatmalıyız...
Çözüm sonrasında erimek ve yok olmak istemiyorsak, tüm eksiklerimizi gidermek için bir plan ve program dahilinde harekete geçmeliyiz...
Bunları yapmadan, aylar içinde çözüme gitmenin bizlere çok büyük zararlar vereceğini yıllardır bıkmadan, usanmadan yazıyoruz...
Üzücü olan şu ki; bir numaralı çözüm savunucuları, yıllardır yönetimde oldukları halde sorunları çözmek yerine, daha da karmaşık hale getirdiler...
Küçük bir ülke son 6 yılda 5 tane Başbakan 41 tane de bakan değiştirdi...
Böylesi bir düzen, böylesi bir siyasi yapı içinde halkı olası bir çözüme hazırlamak mümkün olamazdı...
Ve şimdi halkın karşısına çıkıp ‘çözümden başka çarenin olmadığını’ söylüyorlar...
“İnsanca bir yaşam için başka seçenek yoktur” diyorlar...
Türkiye; hastanelerdeki ilaçlara varıncaya kadar her şeyimizi karşıladığı halde ‘insanca bir yaşam’ için burada adaletli bir düzen sağlayamadığımıza göre; 800 bini aşkın Rumun egemenliğinde nasıl sağlayacağımızı birileri çıkıp bizlere anlatmalıdır...
Halkımızı bu konuda ikna ederlerse onları alkışlamak da görevimizdir...
rumlara maddi olarak tazminatları ödenir ve bu iş da burda biter. iki ayrı toplum olarak da yaşamaya devam edilir.