banner564

Maraş Sorunu (3)

Maraş’ta Rumların mülk sahibi olmaları hukuk ilkelerine 
uygun mu? 
Maraş’la ilgili öne sürülen bir iddiaya göre Maraş’ta mülk sahibi Rumlara devirler yapılırken sahtekârlık yapılmıştır. Ancak belgeler incelendiği zaman sahtekârlık değil, aksine uygulamanın büyük bir titizlikle ve şeffaflıkla yapıldığı görülür. Bu malların geçmişte vakıf malı olduğu tüm koçanlarda belirtilmiştir. 
Bir koçanda vakıf malın babadan oğula bağış yoluyla geçtiği yazılıdır. Bunun bir sahtekârlık olduğu çünkü babanın vakıf malını oğluna bağışlama hakkı olmadığı iddia edilmektedir.
Hâlbuki tapu kayıtlarını inceleyenler görürler ki bu olayda baba 12 / 1907 sayılı yasaya göre malı zamanaşımı gerekçesi ile almaya hak kazanmıştı. Malı alma hakkını kazandıktan sonra çocuklarına bağışlamış ve kayıt doğrudan çocukların ismine yapılmıştır. O günlerin tapu kayıtları incelenince ortada sahtekârlık olmadığı aksine yasanın normal uygulamasının böyle olduğu anlaşılır. Uygulama bilinmediği için sahtekârlık olduğu zannedilmektedir.
Bu gözlemlerden sonra Maraş’ta mal alan Rumların yasaya uygun olarak bu malları aldıklarını kabul etmek zorunda kalırız. Ancak Kıbrıs’ın her yerinde böyle olmuş değildir. Vakıf mallarını kullanan Rumlar Maraş dışında başka yerlerde de Vakıf mallarını almaya çalıştılar. Evkaf, bazı durumlarda itiraz etti. Söz konusu malların bu kişiler tarafından kendi malları gibi kullanılmadığını, aksine kiracı, izinli veya buna benzer bir ilişki içinde olduklarını, dolayısıyla zamanaşımı ile malları kazanamayacaklarını iddia etti. Örneğin vakıf çiftlilerinin durumu böyledir. Tersefan çiftliği bu çiftliklerden biridir. Kullanan Rumların zamanaşımı ile arazilere sahip olduklarını iddia etmelerine karşı Evkaf itiraz etti ve konuyu Mahkemeye taşıdı. Duruşma sonunda Mahkeme kararıyla Tersefan çiftliği Vakıflarda kaldı. 

İngiliz Yönetimi’nin yasa yaparak vakıf mallarını devretmesi hukuk ilkelerine uygun mu?
Bu tablo karşısında tarafsız ve ciddi bir hukukçu konuyu nasıl değerlendirir? “İngiliz Yönetimi bir yasa ile Vakıf mallarını kullanan kişilere devretti. Bu yasa Ahkamül Evkaf ilkelerine aykırıdır. Böyle bir yasa yapılmamalıydı.” diyebilir. O zaman sorun İngiliz Yönetimi’nin böyle bir yasa yapmaya hakkı olup olmadığı sorusu haline gelir.
İngiliz Yönetimi Ahkamül Evkafı iptal eden veya bir kısım kurallarını iptal eden bir yasa yapamaz mıydı? Uluslararası ilişkiler açısından veya politik açıdan böyle bir yasa yapmasının doğru olmadığı söylenebilir. Ancak bu görüş hukuk kuralı değildir. Bu nedenle yasanın geçersiz olduğu ve hukuk ilkeleri açısından yapılan işlemlerin geçersiz olduğu, dolayısıyla yararlananların haklarını yitirecekleri söylenemez.
İngiliz döneminde Ahkamül Evkafa aykırı olarak yapılan yasaların geçersiz olması için Ahkamül Evkafın Anayasa statüsünde olması gerekirdi. Öyle olsa ve bir Anayasa Mahkemesi, yapılan yasaları Anayasaya aykırı bularak iptal etse yapılan işlemler de geçersiz hale gelebilirdi. Halbuki burada böyle bir durum yoktur. Ahkamül Evkaf Anayasa değildir ve o statüde olduğuna dair bir iddia da yoktur. 
 Ahkamül Evkaf, Vakıflara uygulanan bir yasalar, tüzükler ve içtihatlar bütünüdür. Öyle anlaşılıyor ki İngiliz İdaresi 12 / 1907 sayılı yasa ile bu kuralların bir kısmını geçici olarak değiştirdi. Bunu yapmasını engelleyen bir hukuk kuralı veya Anayasa yoktu. Yasal tablo bundan ibarettir.
 Bu nedenlerle Maraş’taki mülkiyet durumu ile ilgili Evkafın iddiaları uluslararası kamuoyunun kabul edebileceği iddialar değildir. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bu iddiaların başarı şansı olmadığını söyleyebiliriz. 
Doğru olan, “İngiliz İdaresi yapmaması gereken bir yasa yaptı. Bu, uluslararası anlaşmaya aykırıdır” argümanı ile Maraş’ın Türk egemenliğinde açılmasını sağlamaktır. 

AİHM’in Rum tapularını iptal eden kararlar verme olasılığı var mı?
Bazı kişiler AİHM’in Maraş konusunda lehimize karar vereceği ümidi içindedirler. Daha önce Rumların Maraş’la ilgili açtığı davalar AİHM’de görüşülürken Maraş’ın vakıf arazisi olduğunu gösteren tapu kayıtlarının Mahkemeye sunulmadığını ve bu nedenle Mahkemenin aleyhimize karar verdiğini söylüyorlar. Yani belgeler sunulsaydı sorun kalmayacaktı zannediyorlar. Bu görüş doğru değildir. 
Geçmişte AİHM’de görülen davaları incelediğimiz zaman Maraş’ın Vakıf arazisi olduğunu gösteren belgelerin Mahkemeye sunulduğunu, ancak gününde sunulmadığı gerekçesi veya bahanesi ile dikkate alınmadığını görürüz. Belgelerin daha önce sunulması halinde Mahkemenin yine Evkaf aleyhine karar vereceğini anlarız. “İyi ki Mahkeme Evkaf belgelerini incelemedi. Çünkü inceleseydi çok daha kesin ve olumsuz bir karar verecekti” diye düşünmek zorunda kalırız. Bunun nedeni AİHM’in insanların ülkede mevcut yasalara uygun hareket etme hakları olduğunu kabul etmesidir. 
Bu koşullarda Maraş’la ilgili tutarlı iddiamız ne olabilir? Mülkiyet konusunu bir tarafa bırakıp, yani Rum tapularını geçerli kabul edip Maraş’ın kimin egemenliğinde açılacağı konusuna yoğunlaşmamız gerekir. Vakıflar ve Din İşleri Dairesi’nin öne sürdüğü iddialar mülkiyet hakkını elde etmek için değil Maraş’ın Türk egemenliğinde açılması için yararlanılabilecek iddialardır. 
İngiliz Yönetimi’nin uluslararası anlaşmalara aykırı olarak yasa yaptığı, Kıbrıs İngiltere’ye kiralanırken yapılan anlaşmayı ihlal ettiği, Vakıfların uzun süre İngiliz kontrolünde kaldığı için hatalı devirlere itiraz fırsatı bulamadığı, Taşınmaz Mal Komisyon’un AİHM denetiminde faaliyet gösterdiği ve Rumların hak taleplerini adil bir şekilde çözebileceği öne sürülebilir. Özetle Evkafa yapılan haksızlıklar Maraş’ın Türk egemenliğinde açılmasını sağlamak için yararlanılabilecek gerekçelerdir. 
Dolayısıyla Hükümetimizin Maraş’ın KKTC egemenliğinde açılması girişimi yerindedir. Bundan vazgeçmemek gerekir. Sadece uluslararası kamuoyu önünde bunun gerekçesi daha tatmin edici şekilde açıklanabilmelidir. Bu da kanımca yukarıdaki görüşler doğrultusunda olabilir. Çözüm Maraş’ı KKTC egemenliğinde açarken Rum tapularını da geçerli kabul etmektir.
Bazı kişiler BM ve AİHM kararlarının Maraş’ın KKTC Yönetimi’nde açılmasını engellediğini iddia etmektedirler. Halbuki dikkatle incelediğimiz zaman bu kararların böyle bir anlamı olmadığını görürüz. Bu kararlarda ifade edilen Maraş’ın kimin yönetiminde açılacağı değil Maraş’taki eski mülk sahiplerinin mülkiyet haklarının korunması gereğidir. AİHM mülkiyet sorununun nasıl çözülebileceğine de işaret etmiştir. Bizim önerimiz de böyle olmalıdır. Bu durumda yapılması gereken Maraş sorununun çözülmesini kolaylaştırmak ve bunu yaparken tüm Kıbrıs’a sürekli barış getirecek bir formül bulmaktır. 
Maraş’la ilgili girişim yaparken Kuzeyin mülkiyet sorununu da çözebilir miyiz? 
Maraş’ta Rumların İngiliz döneminde mevcut yasalara göre bu mallara sahip oldukları için bu konunun tartışmaya açılamayacağını kabul etmiş bulunuyoruz. Aynı ilkeyi KKTC’de de uygulamamız yani KKTC yasalarına göre mal alanların durumunun tartışılamayacağını açıklamamız gerekir. 
İki durum hukuk ilkeleri açısından birbirinin aynıdır. Birbirinin aynı olan iki duruma farklı yasalar uygulamak ve farklı sonuçlar çıkarmak ayırımcılık (diskriminasyon) dur. Bu yaklaşım insan haklarına ters düşer. 
 Maalesef bugüne kadar haklarımız bu açıdan öne sürülmemiş ve Annan Planı ve diğer anlaşma metinlerinde KKTC koçanları geçersiz kabul edilip mülkiyet durumu yeniden tartışmaya açılırken Maraş’taki Rum koçanları geçerli kabul edilmiştir.
Şu halde yasalarda bir değişiklik yaparak her iki duruma aynı yasaları uygulamamız gerekir. 
Bir an için Maraş’ın Türk egemenliğinde açıldığını ve Rum tapularının geçerli kabul edildiğini varsayalım. O zaman Taşınmaz Mal Komisyonu kanalıyla Maraş sorununun çözülme yolu açılacaktır. Ancak bu yönde de ciddi sorunlar ortaya çıkacağı açıktır. Çünkü bu Komisyonun uyguladığı 67/2005 ve 13/2008 sayılı yasalar işlerliği olan hatasız yasalar değildir.

(Devam edecek)
 

YORUM EKLE

banner471

banner473