banner564

Nasıl olmalı?

  KKTC; Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmıyor...

  Fakat birçok ülke ile ticaret yapıyor...
  Sınırlı sayıda olsa bile, birçok ülkeden turist ağırlıyor...
  Adaya ilk kez gelen turistler doğaya hayran kalıyor...
  Daha sık gelenler, tarihi yerleri dolaştıktan sonra ‘çevre kirliliğinden duyulan rahatsızlığı’ dile getiriyor...
  Fakat KKTC’yi yönetenler, turistler kadar rahatsız olmuyor bu durumdan...
  Antik limanın çöplerle kaplanması, yolların çökmesi, sahil kısmının şemsiyelerle kapanması, kent içi yolların bombalanmış Suriye sokaklarına benzemesi de onları rahatsız etmiyor...
  Hükümetler ve belediyeler, kendilerine ayrılan bütçeleri daha çok ‘istihdam amaçlı’ kullanarak, yatırımları ihmal ediyor...
  Başı ağrıyan belediyeler ve bakanlıklar ise Ankara’nın kapısını çalarak yardım talep ediyor...
  Türkiye; bugüne kadar tüm altyapı harcamalarımızı karşılayan, cari bütçeye de katkı yapan tek ülkedir...
  Yapmaya da devam edecek...
  Ancak; Türkiye yardım yapıyor diye, 43 yılın kötü siyasetini sürdüremeyiz...
  Yeni bir yönetim anlayışıyla ciddi ve kalıcı icraatlara ihtiyacımız vardır...
  Gelinen noktada “ne şiş yansın, ne kebap” diyerek, batmış devlet kurumlarını “yarı özelleştirme” adı altında yaşatma düşüncesini artık terk etmeli ve dünyadaki değişime ayak uydurmalıyız…
   Kısacası özelleştirmeden korkmamalıyız…
   Can çekişen Telefon Dairesi’ni ve istihdam merkezi haline getirilen Elektrik Kurumu’nun bu şekilde yaşatamayız…
   Bu şekilde yaşatma düşüncesi yüzünden çektiğimiz sıkıntıların artık sona ermesi gerekiyor…

Kritik bir süreçteyiz

  Ülkemizin sadece iç sorunlar açısından değil, Kıbrıs sorunu açısından da kritik bir süreçten geçtiğini anlamak zor değildir...
  Rum liderliği, elimizdeki her şeyi almak ve bizleri yeniden azınlık durumuna düşürmek için büyük çaba harcıyor...
  Bizlere ‘eşitlik’ hakkı vermek istemiyor...
  Bizleri yönetimden uzak tutmaya çalışıyor...
  Mülkiyet meselesinde sadece 20 Temmuz 1974 sonrası olanları dikkate alıyor...
  Ondan önceki yıllarda bizlere yaşattıklarını, mal ve mülklerimizden silah zoruyla kovulmamızı dikkate almıyor...
  Tazminat konusunu da sadece 1974 sonrasına göre değerlendiriyor...
  Böylesi bir düşünce karşısında Kıbrıslı Türkler olarak, iç kısır çekişmeleri bir kenara bırakıp, daha güçlü bir savunma ve aydınlatma hareketi başlatmalıyız...

İntihar etmemizi isteyemezler

   Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, Dışişleri Bakanı Özersay’ı dahi haberdar etmeden tek başına çıkış yaparak Rumlara ‘Stratejik paket anlaşma’ önermesi oldukça dikkat çekicidir…
   Bu öneriyi, diplomatik manevra şeklinde değerlendiremeyiz…
   Rum tarafı bu öneri çerçevesinde stratejik paket anlaşmasını kabul ettiği takdirde hem garantörlük sonlanacak, hem de tek yanlı müdahale hakkı ortadan kalkacak…
   Garantörlük sonlanır ve Türkiye, bir başka türlü garantörlük sisteminin içinde ‘müdahale hakkı olmadan’ yer alırsa acaba ne olur?
   Daha açık konuşalım…
   Rum tarafı ve Yunanistan AB’nin üyesidir…
   Yunanistan AB üyeliği çerçevesinde Kıbrıs’a yerleşme hakkına sahiptir…
   Ayrıca; çözümden sonra geçerli olacağı defalarca açıklanan ‘Ortak Savunma Anlaşmaları’ çerçevesinde Kıbrıslı Rumların garantörü olmaya devam edecek…
   Türkiye ise uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkını bırakıp gidecek…
   Peki neyin karşılığında?..
   Dönüşümlü Başkanlık için mi?..
   Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Cumhurbaşkanı Muavini’nin Türk olması 1963 saldırılarını önlemiş miydi?..
   Gerçekleri görmezden gelmeyelim…
   “Çözüm istiyoruz” diyerek uçurumdan aşağı yuvarlanamayız…
   Hiç kimsenin bizlerden bunu isteme hakkı yoktur…
   Her iki anavatanın da garantörlüğünün devamını öngören sağlam bir anlaşmaya varız…
   İyi niyetimizi defalarca kanıtlamış bir toplumuz…
   Ama iyi niyetin yaşamsal tehlike boyutuna vardırılmasını da kabul edemeyiz… 

YORUM EKLE

banner471

banner473