banner564

Nihayet!..

  Kuzey Kıbrıs’taki siyasiler aylardır koltuk mücadelesi veriyor...
  O koltuğu elde etmek için kendilerine ait olmayan arazileri dağıtıyor, bol keseden vaatlerde bulunuyor ve milyonlarca lira harcıyorlar...
  Sadece bir koltuk için!..
  Küçücük bir ülkede koltuğun bu kadar değere binmesi dikkat çekicidir...
  İleriki günlerde bu ‘değeri’ kapsamlı bir şekilde tartışmakta fayda vardır...
  Bugünkü konumuz Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin güvenliği, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarıyla ilgilidir...
  Merhum mücadele önderimiz Dr. Fazıl Küçük’ün dediği gibi; Kıbrıs sorunu sadece bu adada yaşayan bizlerin sorunu değildir...
  Türkiye açısından hayati olduğu kadar bir şeref ve haysiyet meselesidir...
  Her ne şart altında olursa olsun; Kıbrıs’taki haklarımız korunmalı, varlığımız garanti altına alınmalıdır...
 Her ne şart altında olursa olsun; Kıbrıs adasının, iki toplumdan birinin egemenliği altında olmasına izin verilmemelidir...
  İki toplumun barış içinde yaşamasına varız...
  İki toplumun eşit şartlar altında ve zenginliklerin ortak paylaşımı çerçevesinde yaşamasına karşı değiliz...
  Ne var ki; Rum liderliğinin yürütmekte olduğu siyasetin; iki temel çıkara dayalı olduğunu atılan her adımda görebiliyoruz...
  Şartlardan biri egemenliğin onlarda olması ve Enosis’i hedeflemesidir...
  İkincisi de Türkiye’yi ‘Bir daha dönmemek üzere’ buradan uzaklaştırmak ve uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarını bertaraf etmektir...
  Müzakere masasında bizimle ‘İki bölgeli, iki toplumlu federasyonu’ görüşürken, diğer yandan uluslararası toplantılarda ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine dayalı’, garantileri bertaraf eden bir çözüm şekli üzerinde karar üstüne karar çıkartıyorlar...
  En son karar 10 Ocak günü Roma’da alındı...
  KKTC’deki siyasilerin ‘Onunla kurarım, şununla kurarım’ diyerek basit siyaset kavgası verdiği günlerde, aralarında Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin de bulunduğu ‘Güney Avrupa Ülkeleri’ zirvesinde Kıbrıslı Türkleri dikkate almayan, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarını da ortadan kaldırmayı amaçlayan ortak bildiri imzalandı...
  KKTC siyaseti iç kısır çekişmelerle zaman tüketirken, Rum lideri yine Yunanistan’la birlikte, bir başka önemli konuda adım atmaya hazırlanıyor...
  Kıbrıs’ın sadece güneyini değil, kuzeyini de içine alacak şekilde tüm doğal gaz yataklarını kendi egemenlik sahası içinde göstererek Birleşmiş Milletler’e başvuruyor...
  Dahası; bugün Yunanistan Başbakanı ile denizlerin birleştirilmesini öngören bir anlaşma imzalamaya hazırlanıyor...
  Geçmişte bu tür adımlar ‘savaş sebebi’ sayılıyor ve ciddi uyarılar karşısında Rum liderliği geri adım atıyordu...
  Nitekim Rum lideri Nikos Anastasiadis, iki gün önce yaptığı açıklamada 6’ncı parselde kazı çalışmalarına geçmiş liderlerin Türkiye’nin itiraz ve uyarıları nedeniyle cesaret edemediğini, ancak kendisinin bu cesareti gösterdiğini söyledi...
  Peki ona bu cesareti veren kimdir?..
  Öncelikle bunun cevabını kendi içimizde aramalıyız...
  Kalıcı bir çözüm olmadan, adanın tüm zenginliklerini ve denizlerin kullanımını Rum Yönetimi ile Yunanistan’a teslim etme girişimleri karşısında söyleyecek hiç mi sözümüz yok?..
  Diyalog; bu iki hayati konuyu gündeme getiren tek kurum oldu...
 Cumhurbaşkanı’nı, hükümeti, siyasi parti liderliklerini ‘gününde’ uyarmayı görev bildi...
 Gecikmeli de olsa Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sibel Siber’in, İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın, Üçüncü Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve HP Genel Başkanı Kudret Özersay’ın,  Cumhurbaşkanı’nın da Sözcü düzeyinde açıklama yapması sevindiricidir...
  Ne var ki; bunun çok daha serti, çok daha önceden yapılmalıydı...
  Siyaset, sadece iç tribünlere oynama sanatı değildir...
  Kendi toplumuna, kendi milletine, kendi devletine karşı sorumluluk taşıyabilmektir önemli olan...
  Ancak o zaman huzur bulur insan...
  Bunun tersi; şimdi değilse bile, öteki dünyada vicdan rahatsızlığı altında olmaktır...
YORUM EKLE

banner608

banner473