banner564

Öküz altında buzağı aramak!

Yıl 1954, ailenin göz bebeği olarak bakılan halamın ve dayımın en büyük oğlu Mehmet Ali abimi İngiltere’ye yolcu ediyorlardı. 
Başarılı olduğu bir mesleği vardı ama adada ekonomi çökmüş durumdaydı! 
Başta halamı, aileyi teselli etmek için “insan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşar” mırıldanmaları yapılıyordu. 
Adalı olmanın kaderiydi göç vermek!
Ekmek aslanın karnındaydı!
Ekmeğe daha rahat uzanmanın yolu başka ülkelerin koşullarında yaşamaktı.
Kıbrıs insanı ellili yıllardan başlayarak başta İngiltere ve Avusturalya olmak üzere göçler vermeye devam etti.
1974’te Kuzey ve Güney olarak ada ikiye ayrıldıktan sonra güneyde çalışmaya başlayan Kıbrıslı Türklerden ucuz işçi olarak yararlanılmaya başlanıldı.
Ücretler kuzeye oranla güneyde daha cazip durumdaydı. 
Bir zaman sonra güneyde yaşanan ekonomik krizler çalışan oranlarında büyük düşüşler yaşatmasına neden oldu. Buna rağmen sayıları üç bin- üç bin beş yüzü bulan vasıflı Kıbrıslı Türkler güneyde çalışmaya devam etti.
Ta ki Coronavirüs salgını baş gösterene kadar!
Adanın ister Kuzeyi olsun isterse Güneyi, bulaşıya karşı alınabilecek en önemli önlem olarak iş yerlerinin kepenkleri aşağıya indirildi, insanların, insanlarla olan iletişimine sınırlamalar getirildi.
Aylar sonra Coronavirüs’ün seyrindeki düşüşlere bakılarak bir miktar rahatlamalar getirildi ama ekonominin hemen eski düzeyine gelebilmesi mümkün olmadı, bir süre daha olamayacak. 
KKTC devleti sosyal güvencesi bulunan, hatta bulunmayan çalışanlarına karınca-kararınca katkı vermeye çalıştı ama zengin bir ülke konumunda olmadığından Güneyde çalışanların bu kapsamda değerlendirilmesi olanaksızdı. 
Kapılar açıldıktan sonra Coronavirüs öncesinde güneyde çalışan, ekmeğini Güney Kıbrıs’ta kazanan kimselere adanın kuzeyinde sosyal güvencelere tabi olmadıkları için maddi katkılar yapılamadı. 
Bu kimselerin maddi açıdan çeşitli zorluklarla karşılaştıkları bir gerçek. İşte tepkiler ve eylemler bu noktada başladı.
Bir tarafta bulaşının var olmadığı bir KKTC, bir tarafta yaygınlık ateşi düşmüş olmakla birlikte hala daha adından söz ettiren bulaşının devam ettiğini gösteren Güney Kıbrıs.
Vatandaşının sağlığını güney kapılarını açarak tehlikelere atma sorumluluğunu hangi babayiğit üstlenebilir?
Bütün bunlar ışığında Güney çalışanına tek şartla geçiş izni verildi. 
Gidenler, salgın tehlikesi devam ettiği sürece kuzeye geçişlerinde karantina şartlarını kabul edecekler ya da hiç giremeyeceklerdi.
Bazı çalışanlar kuzeye geçememe koşullarını kabul ederek güneye geçti!
Zorunlu nedenlerle ve dünyayı sarmalayan Coronavirüs’ün yarattığı tehlikelerle alınan bu önlem önce o çalışanların aileleri içindi ama bazı kesimler maalesef bunu anlamaktan uzak tavırlar içine girdiler.
Olayı dramatize eder pozisyonlara girdiler. Hatta daha da ileri giderek uzlaşının sabote edilişini gösterdiler.
Yıllarca göç veren hatta çıktığı yoldan bir daha ülkesine dönebilme şansını göremeyen insanlarımıza ne demeli? 
Bunlardan bir tanesi de bugün Londra civarındaki Müslüman mezarlığında yatmakta olan M. Ali abimdir.
Sayıları yüz binleri bulan, ekmek kavgası peşinde yerinden, yurdundan olan bu insanlarımızın yaşadıkları vatan hasretini, zorlukları, ayakta durabilme kavgalarını neden hatırlamakta zorluk çekiyoruz.
Güneyde, Coronavirüs salgınının verdiği korku ile tamamen geçici olarak ikamet mecburiyetinde kalan insanların durumunu dramatize ederek neden ucuzlatıyoruz? 
Uzlaşıya kapı aralarken neden “Öküz altında buzağı arıyoruz?”

YORUM EKLE

banner608

banner474