banner564

Oruç tutmanın yasak olduğu günler

 Orucun temel unsuru ve anlamı, yeme, içme ve cinsel ilişki zevklerinden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, bu anlama gelecek davranışlar orucun bozulmasına sebep olur.  Orucu nelerin bozacağı sorusuna verilecek ilk cevap "yeme, içme, cinsel ilişkide bulunma ve bu kapsamda değerlendirilebilecek şeyler" olacaktır. Bu ölçü, açık ve anlaşılabilir olmakla birlikte, orucun anlamına aykırı davranış sayılıp sayılmayacağında tereddüt edilen bazı durumlar bulunması sebebiyle, eskiden beri fakihler, nelerin bu kapsama gireceğini tek tek saymaya çalışmışlar. Ramazanda bir gün veya daha fazla oruç tutmayan kimselerin, bunları kaza etmeleri gerektiğinde görüş birliği vardır. Her ne sebeple olursa olsun gününde tutulamamış ramazan orucunun kaza edilmesi gereklidir. Aynı şekilde kefaret, adak veya başlanıp bozulmuş nafile oruçların kazası da gereklidir. Başlanıp tamamlanmamış nafile oruç meselesinde, Şafiîler hiçbir şekilde kazayı gerekli görmezken, Mâlikîler sadece kasten bozma durumunda kazayı gerekli görmüşlerdir. Ramazan orucunun kazası yasak günler dışında her zaman yapılabilir. Şafiîler'e göre ise bir ramazanda kazaya kalmış orucun, gelecek ramazana kadar kaza edilmesi gerekir. Bir ramazanın kaza borcu yerine getirilmeden, öteki ramazan gelecek olursa, kaza borcuna ilâveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar. Bilerek ve isteyerek kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefaret gerekmeyip sadece kaza gerekir. Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmamak büyük günahtır. Bununla birlikte ramazanda mazeretsiz olarak kasten oruç yemek, ramazanın saygınlığını ihlal etmek anlamına geleceği için kefaret ödemek gerekir. Kefaret için genel olarak önerilen üç seçenekten sadece ikisinin günümüzde tatbik imkânı vardır ki bunlardan birisi iki ay peş peşe oruç tutmak, ikincisi 60 fakiri doyurmaktır. Toplumsal şartlar gereği ve bir anlamda köleliğin kaldırılması hedefine yönelik olarak önerilen köle azat etme seçeneği köleliğin ortadan kalkmasıyla uygulama dışı kalmıştır. Hanefi'ler, kefaret seçeneklerinde sıra gözetmenin gerekli olduğunu savundukları için öncelikle iki ay peş peşe oruç tutmayı, bu mümkün olmazsa diğer seçenek olan altmış fakiri doyurma seçeneğinin uygulanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Araya hayız ve nifas gibi doğal mazeretlerin girmesi durumu kefaret orucunun peş peşe oluş özelliğine zarar vermez. Bu haller geçtikten sonra yeniden niyet edilerek kalınan yerden devam edilir. Ramazanda oruç bozmanın kefaretle cezalandırılmasının altında, ramazanın saygınlığına karşı işlenmiş bir suç bulunması yatar. Ramazanda oruç bozmak, ramazan ayına ve ramazan orucuna yapılmış bir hürmetsizlik olduğu için böyle yapan kimseler için kefaret öngörülmüştür. Bu espriyi dikkate alan bazı fakihler, kefareti oruç tutmamanın değil, orucu bozmanın cezası olarak değerlendirmişlerdir.
Fidye konusunu içeren ayetteki “ve ale'llezîne yutikünehû”  ifadesinin, dil açısından oruca güç yetiremeyenler anlamına gelebile¬ceği gibi zorlukla güç yetirenler anlamına da gelebileceği dile getirilmiştir. Hatta kimi rivayetlerde, “Sizden ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tut¬sun”  mealindeki ayet nazil oluncaya kadar, fidye ayetin¬den hareketle, ashaptan dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmayıp fidye verdiği, bu ayet nazil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hak¬kında fidye hükmünün kaldırılıp sadece hasta ve yaşlılar için bir ruhsat ola¬rak devam ettirildiği belirtilmektedir.  Hz. Peygamber ve sahabenin uygulamasının da bir sonucu olarak ayetteki “oruç tutmakta zorluk çekenler” ifadesiyle, şeyh-i fâni (düşkün ihtiyar) denilen yaşlı kimselerin kastedildiği yaygın olarak benimsenmektedir. Buna göre ayet, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların tutamadıkları oruç için fidye vermesi hükmünü getirmiş olmakta ve fidyenin miktarını “bir fakir doyum¬luğu” olarak belirlemektedir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme umu¬du bulunmayan hasta, orucu ileride kaza etme ihtimali çok düşük olduğu için, bu ihtimal yok sayılarak şeyh-i fânî gibi değerlendirilmiş ve fidye hük¬mü kapsamına alınmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cins¬ten bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, ibadet şevkinden mahrum kalma¬maları için, bunun yerine “her bir oruç için bir fakiri doyurma” şeklinde, orucun mahiyetiyle alâkalı olması yanında sosyal amacı da bulunan bir telâfi şekli önerilmiştir. Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi ramazanın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilir¬ler. Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri dinî bir vecibedir. Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi karşılamaya yeterli değilse, mirasçıların teberru (bağış) kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir. Fidye yoluyla telâfi biçimi, devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışındaki mazeretler, oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini caiz kılmaz. Fakat bu kimseler kaza edemeden vefat etmişlerse, mirasçıların aynı şekilde bu oruçlar için de fidye vermesi İslâm âlimlerince caiz, hatta mendup görülmüştür. Çünkü kaza borcunu geciktirmemek gerekli ise de, burada söz ko¬nusu olan terk, başlangıçta mazerete, devamında ise ileride kaza etme ümidi taşınan hoş görülebilir bir ihmale dayalıdır. Ayrıca vefat, bu kimsenin oru¬cunu kaza etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırdığından yaşlı ve hasta için söz konusu olan aciz halinin bunlar için de söz konusu edilmesi müm¬kündür. Orucu sağlığında kasten terk eden kimseler için ölümden sonra fidye verilip verilmeyeceği, ıskât-ı savm konusunda açıklanacağı üzere, tartışmalıdır. Tutulamayan oruçların fidyesi birçok yoksula verilebileceği gibi toplam tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf’a göre ise tek fidyenin birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür. Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmadığı için, başlangıçta yoksul doyumluğunun gıda maddesine çevrilmesine ihtiyaç du¬yulmuştur. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakası tutarına denktir. Günümüzde fitrenin (sadaka-i fitr) miktarı, mükellefe kolaylık olsun diye her yıl para ola¬rak duyurulur. Fakat “bir fakir doyumluğu” esprisi gözden kaçırılmamalıdır. 

Bir Hadis: Oruçluyken  unutarak yiyip içen kimse orucunu tamamlasın. Zira O'nu Allah yedirmiş-içirmiştir.  
YORUM EKLE

banner608

banner474