Fidye konusunu içeren ayetteki “ve ale'llezîne yutikünehû” ifadesinin, dil açısından oruca güç yetiremeyenler anlamına gelebile¬ceği gibi zorlukla güç yetirenler anlamına da gelebileceği dile getirilmiştir. Hatta kimi rivayetlerde, “Sizden ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tut¬sun” mealindeki ayet nazil oluncaya kadar, fidye ayetin¬den hareketle, ashaptan dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmayıp fidye verdiği, bu ayet nazil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hak¬kında fidye hükmünün kaldırılıp sadece hasta ve yaşlılar için bir ruhsat ola¬rak devam ettirildiği belirtilmektedir. Hz. Peygamber ve sahabenin uygulamasının da bir sonucu olarak ayetteki “oruç tutmakta zorluk çekenler” ifadesiyle, şeyh-i fâni (düşkün ihtiyar) denilen yaşlı kimselerin kastedildiği yaygın olarak benimsenmektedir. Buna göre ayet, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların tutamadıkları oruç için fidye vermesi hükmünü getirmiş olmakta ve fidyenin miktarını “bir fakir doyum¬luğu” olarak belirlemektedir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme umu¬du bulunmayan hasta, orucu ileride kaza etme ihtimali çok düşük olduğu için, bu ihtimal yok sayılarak şeyh-i fânî gibi değerlendirilmiş ve fidye hük¬mü kapsamına alınmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cins¬ten bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, ibadet şevkinden mahrum kalma¬maları için, bunun yerine “her bir oruç için bir fakiri doyurma” şeklinde, orucun mahiyetiyle alâkalı olması yanında sosyal amacı da bulunan bir telâfi şekli önerilmiştir. Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi ramazanın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilir¬ler. Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri dinî bir vecibedir. Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi karşılamaya yeterli değilse, mirasçıların teberru (bağış) kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir. Fidye yoluyla telâfi biçimi, devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışındaki mazeretler, oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat teşkil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini caiz kılmaz. Fakat bu kimseler kaza edemeden vefat etmişlerse, mirasçıların aynı şekilde bu oruçlar için de fidye vermesi İslâm âlimlerince caiz, hatta mendup görülmüştür. Çünkü kaza borcunu geciktirmemek gerekli ise de, burada söz ko¬nusu olan terk, başlangıçta mazerete, devamında ise ileride kaza etme ümidi taşınan hoş görülebilir bir ihmale dayalıdır. Ayrıca vefat, bu kimsenin oru¬cunu kaza etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırdığından yaşlı ve hasta için söz konusu olan aciz halinin bunlar için de söz konusu edilmesi müm¬kündür. Orucu sağlığında kasten terk eden kimseler için ölümden sonra fidye verilip verilmeyeceği, ıskât-ı savm konusunda açıklanacağı üzere, tartışmalıdır. Tutulamayan oruçların fidyesi birçok yoksula verilebileceği gibi toplam tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf’a göre ise tek fidyenin birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür. Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmadığı için, başlangıçta yoksul doyumluğunun gıda maddesine çevrilmesine ihtiyaç du¬yulmuştur. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakası tutarına denktir. Günümüzde fitrenin (sadaka-i fitr) miktarı, mükellefe kolaylık olsun diye her yıl para ola¬rak duyurulur. Fakat “bir fakir doyumluğu” esprisi gözden kaçırılmamalıdır.
Bir Hadis: Oruçluyken unutarak yiyip içen kimse orucunu tamamlasın. Zira O'nu Allah yedirmiş-içirmiştir.