banner564

Siyaset bir gösteri mi?

Pandemi nedeniyle evlerde kapalı kaldığımız süre içerisinde, ev için yapmayı planladığımız işlere odaklandık. Özellikle evin havasını değiştirmek için evin boyası olsun, mobilyaların yerlerinin değiştirilmesi, bahçe düzenlemeleri ve benzeri şeylerle uğraştık. Akşamları ise televizyon başında gündemi takip edip, dizilerle zaman geçirdik.
Pek dizi film meraklısı olmasam da, biyografi ve tarih içerikli ciddi yapımlar ilgimi çekmektedir. Pandemi sürecinde ailecek, "The Crown" adlı diziyi İngiliz Kraliyet ailesinin tarihi olaylarla harmanlanmış bir biyografi yapımı olarak izledik. Diziyi izlerken, dizinin konusunun tarihi olaylarla bağlantılı olması nedeniyle, Kıbrıs konusuna da değinilir mi diye merakla bekledim. Ancak dizide Kıbrıs konusuna hiç değinilmedi.
Dizi üçüncü sezon, üçüncü bölümde Ekim 1966 yılında Galler'in Aberfan köyünde gerçekleşen bir faciayı konu edindi. Aberfan bir maden köyüdür ve bu köyde kömür madenciliği yapılmaktadır. Madenden çıkan kömürden geriye kalan maden artıkları köyün dışında bulunan bir tepelik alana boşaltılmaktadır. Ancak maden artıklarının yıllarca birikimi sonucunda atık tepesi büyür ve 21 Ekim 1966'da aşırı yağışlar nedeniyle, biriken atıklar tepelikten köyün üzerine doğru kayar. Aberfan köyünde gerçekleşen bu faciada 144 kişi hayatını kaybeder. Yaşanan facianın en dramatik yanı ise, köy okulunun bu tepelik alan altında olması ve o anda okulda bulunan; yaşları 7 ila 10 arasındaki 116 çocuk ve 5 öğretmenin tamamının göçük altında kalarak ölmesidir.
Dizi ile ilgili sizlere aktarmak istediğim asıl konu, bu bölümünün sonunda, dönemin Başbakanı Harold Wilson ve Kraliçe Elizabeth'in konu ile ilgili görüşme sahnesidir.
Olay yaşandığı zaman İşçi Partisi (sol görüşlü parti) iktidardadır. Olaydan hemen sonra Başbakan Wilson Aberfan'a gider ve felaket alanını ziyaret eder. Ülke siyasetine damga vurmuş olan bu felaket yerini Kraliçe Elizabeth ancak günler sonra ziyarete gitmiştir. Kraliçe, başbakanla olan haftalık görüşmesi sırasında; yetiştirilme tarzından dolayı duygularını yansıtmak konusunda zorluk çektiğini ve Aberfan ziyaretinde yaşanan felaket karşısında duygulanmadığının itirafında bulunmuştur. Bunun üzerine Başbakan;
"Hayatımda tek bir gün bile emekçi olarak çalışmadım. Ben akademisyenim. Ayrıcalıklı bir Oxford okutmanıyım. İşçi değilim, birayı sevmem, brendy yeğlerim. Konserve yerine deniz somonu yeğlerim. Biftekli ciğerli turtayla chateaubriand ve pipo içmeyi de sevmem. Ben puroları yeğlerim. Ama puro kapitalist ayrıcalığın simgesi, ben kampanya ve televizyon çekimlerinde pipo içiyorum. Bu beni ulaşılabilir, sevilebilir gösteriyor." diyerek Kraliçeyi teselli ediyor.
Bunun üzerine bizim coğrafyamızda da durumun pek de farklı olmadığını, özellikle mecliste bulunan ve emek söz konusu olunca mangalda kül bırakmayan fakat bir gün bile emekçi olarak çalışmayanları düşündüm. Aslına bakarsanız bugün mecliste bulunanların birçoğu böyle ve dahası mecliste değişimden, gençleşmeden bahsederken, değişenin kişilerin isimleri olduğu ve soy isimlerinin aynı kaldığıdır. Kısacası meclis koltukları aile içinde el değiştiriyor. Sizlerde meclisi şöyle bir kendi süzgecinizden geçirirseniz farklı bir sonuca varmazsınız.
Başbakan Harold Wilson’ın söylediği gibi gerçekte bu işler hep bir gösteri mi? Böyle mi olması gerekiyor karar veremedim…
Herkese güzel bir hafta dileklerimle… 

YORUM EKLE

banner608

banner474