Bugün, ikiye bölünmüş adanın bir tarafında bizlere karşı öfke ve kin dolu protesto eylemleri var...
Diğer tarafında ise barış ve özgürlük coşkusu...
Rumların, her 20 Temmuz günü Türkiye ve Kıbrıslı Türkler aleyhinde eylem düzenlemelerini normal karşılamak gerek...
Bundan 41 yıl önce 200 bin dolayında insanları göçmen durumuna düştü...
Evler, tarlalar, bahçeler el değiştirdi...
İnsanlar, tanımadıkları köy ve kentlere yerleştirildiler...
Ama aynı üzücü olayları bizler de yaşadık...
Üstelik bizler 1963 yılından itibaren acı çekmeye başladık...
Henüz 3 yaşındaki bir devleti silah zoruyla yıkan ve Kıbrıslı Türkleri kurşuna dizen onlardı...
Tam 103 köyümüzü terk etmek zorunda kaldık...
Tarihi bilmeyenler veya saptıranlar, bugün Lefkoşa’nın ‘Göçmenköy’ diye bilinen bölgesine gitsinler...
O dönemin koşullarına göre yapılmış küçük göçmen evlerini görmelerinde fayda vardır...
Aradan 51 yıl geçtikten sonra halen o evlerde oturan insanlar vardır...
Yaşı ilerlemiş olanlara “Neden buradasınız?” diye sorsunlar...
Hangi köyden, hangi kentten, hangi şartlarda buraya gelmişler...
Gelirken geride kimleri bırakmışlar...
Bilmeyenlerin sorup, öğerenmeleri zor değildir...
İçimizde kin yoktur
Herkesin geçmişi bilmesi, geleceğin sağlam olması açısından şarttır...
Bizler tarihi gerçekleri hiçbir zaman saklamadık...
1963’ü de, 1974’te olanları da en doğru şekilde anlatmaya çalıştık...
Çünkü içimizde kin ve nefret yoktur...
Yaşadığımız bunca acıya karşın; Kıbrıslı Rumlarla ‘sağlam temellere dayalı’ ve ‘Türkiye’nin garantörlüğünün devamını öngören’ bir anlaşmaya hazırız...
Ama onlardaki düşünce ve tarihi olaylara bakış açıları bizden çok farklıdır...
Onlar çocuklarına, torunlarına, adayı ziyaret eden yabancılara Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974’te ‘Türk işgali (!)’ ile başladığını söylüyorlar...
Faşist Yunan Cuntası’nın 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirdiği darbeyi dahi tarih kitplarından kaldırdılar...
Hâlbuki bu adada kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için çocuklarımıza ve ondan sonra gelecek nesillere tarihin doğru öğretilmesi gerekiyor...
Faşist Yunan Cuntası 15 Temmuz 1974’te Makarios’u devirip, ENOSIS yolunda silahlı harekâtı başlatmamış olsaydı; Türkiye buraya çıkarma yapmazdı...
Türkiye’yi adaya getiren 15 Temmuz kanlı Yunan darbesidir...
Türkiye’nin adaya gelmesi, sadece Kıbrıslı Türklere değil, aynı zamanda Kıbrıslı Rumlara ve Yunanistan’a da demokrasi getirdi...
Makarios’un adaya dönüşünü sağlayan Türkiye’nin askeri müdahalesidir...
Yunanistan’da Albaylar cuntasını iktidardan götüren de Kıbrıs Barış Harekâtı’dır...
Uzlaşı çok zordur
Bugün, Kıbrıslı Türkler için önemli bir gündür...
Aynı zamanda Türkiye için de...
Türkiye; Kıbrıs Barış Harekâtı sayesinde Doğu Akdeniz’deki konumunu güçlendirmiş durumdadır...
Son 41 yılda adada herhangi bir kanlı saldırının olmaması, Türkiye’nin buradaki gücünden dolayıdır...
O nedenle başta bizlerin, sonra da Kıbrıslı Rumların tarihi gerçekleri iyi tahlil etmeleri gerekiyor...
Geçmişin hatalarını bir kenara bırakıp, sağlam bir gelecek yaratmak istiyorsak, gerçekleri konuşarak uzlaşıya varmalıyız...
Ne yazık ki; Güney Kıbrıs’ta bugün hala gerçekleri konuşan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor...
Tüm siyasi partiler, tüm örgütler sadece ve sadece 20 Temmuz’dan söz ediyor...
Tümünün sloganı ‘Kıbrıs’ın bir işgal ve istila sorunu’ olduğu şeklindedir...
Anastasiadis iktidarı döneminde 15 Temmuz’un tarih kitaplarından kaldırılması bir başka skandaldır...
Kıbrıs sorunun başlangıcında terör faaliyetlerini yürüten EOKA-B’nin yerini alan ELAM’ın yaptıklarını önce kendi halkımızın, sonra da yabancıların gözüne sokmalıyız...
Başta AB Komisyonu Başkanı Juncker’in gözüne...
Faşist ELAM örgütü, bugün gerçekleştireceği Türkiye aleyhtarı eylem öncesinde Rum halkına Türk düşmanlığını körükleyen broşürler dağıttı...
“Vatan tehlikede...” başlıklı broşürün arka kısmında ağlayan yaşlı Rum kadının fotoğrafı var...
Fotoğrafın altındaki ifadeyi aynen aktarıyorum:
“Kıbrıslı Türkleri kardeş olarak görmek isteyen sizler, kayıp evlatları için ağlayan anaların gözlerine bakın...”
Peki bu kin ve nefret kokan ifadelerin yaratıcısı ELAM’ın arkasındaki güç veya güçler kimlerdir?..
Bu faşist örgüt 5 yıl önce Larnaka’da düzenlenen ‘ırkçılık karşıtı’ Rainbow Festivali’ne katılan Kıbrıslı Türk genci Sertunç Akdoğu’yu bıçaklayarak ağır bir şekilde yaralayıp, ölümün eşiğine getirdi...
Bir süre sonra bazı militanlar mahkemeye çıkarıldı...
Sonuç: Tümüne beraat...
ELAM, Larnaka Rum Mahkemesi’nin kararından sonra daha da cesaretlendi...
Konferans vermek üzere güneye giden, KKTC’nin ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a sopalı saldırı düzenledi...
Yine ceza alan olmadı...
Güneydeki AKEL partisinin lideri, faşistlerin örgütlenmesini kendileri açısından da büyük bir tehlike olarak gördüğü için ELAM hakkında kabarık bir dosya hazırladı...
Faşist örgüt üyelerinin askeri kamplarda eğitildiğini belgelerle ortaya koydu...
Rum Başsavcısı dosyayı aylarca inceledikten sonra, belgelerin gerçek olduğunu ve suç unsuru tespit ettiğini söyledi...
Sonrasında ne yaptı?..
“Evet bu örgütün hareketleri anayasamıza aykırıdır ve suç teşkil ediyor... Ancak mevcut koşullar nedeniyle onları affediyorum” dedi...
Mevcut koşullar ne demek?..
Türklere karşı örgütlenmeden söz etmiyor mu sizce?..
Türklere karşı silahlandıkları zaman bu durum suç teşkil etmiyor!!!
Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları başlatan EOKA’nın yaptıkları da ‘suç teşkil etmiyordu!!!
Çünkü hedef Türklerdi...
Gerçekleri bilelim ve şükredelim
Kıbrıs sorununun çözümü için son 41 yılın en kritik sürecinden geçiyoruz...
Rumların hedefi; Türkiye’nin buradan tamamen çekilmesidir...
Askerleri ve ‘yerleşik’ dedikleri tüm vatandaşlarıyla adadan gitmesini istiyorlar...
Olası bir çözümde Türkiye’nin garantörlüğünün ortadan kalkmasını da şart koşuyorlar...
“Garantörlük çağ dışıdır” diyerek, Avrupalı dostlarını ikna etmeye çalışıyorlar...
Bizlere de ne düşündüğümüzü sormuyorlar...
Hâlbuki Kıbrıslı Türklerin tamamına yakını, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün devamından yanadır...
Kıbrıslı Türkler bunu talep ettiği sürece, Türkiye garantörlükten vezgeçemez...
Hem bizleri, hem de Doğu Akdeniz’in güvenliğini tehlikeye atamaz...
Türkiye’nin garantörlükten çekilmesi demek, her 100 ELAM mensubunun karşısında 20 masum Türkün bulunması demektir...
Bunun sonrasında nelerin olacağını kestirmek hiç de zor değildir...
Güneş çarpmasının etkisi altında kalan bazı kimseler “AB üyesi bir ülkede artık terör faaliyetleri olmaz, kimse, kimseye zarar vermez” diyebilir...
Ne var ki; şimdiki şartlarda dahi bu zararı veriyorlar...
AB de kılını oynatmıyor...
Bıçaklı saldırıya uğrayan Sertunç, iki hafta kadar Larnaka Hastanesi’nde kaldığı halde, Rum yetkililerden bir Allahın kulu da gidip kendisini ziyaret etmedi...
AB’nin Kıbrıs temsilcisi de gitmedi...
Kaldı ki; Türkiye’nin buradan çekilmesi durumunda nelerin yaşanabileceğini kestirmek hiç de zor değildir...
Evimizi temizleyelim
Özetlemek gerekirse; halkımızın büyük bir kısmı 20 Temmuz’un öneminin bilincindedir...
Türkiye’nin garantörlüğünün devamından yanadır...
Ancak bazı ufak, tefek sorunların dahi 41 yılda çözümlenememesinden dolayı huzursuzdur...
Kendi yöneticilerine karşı öfkelidir...
Tarih kitaplarında Kıbrıs denince akla gelen ilk yer olan Girne Marina’sı dahi bugün utanç verici bir durumdadır...
Sağlıkta, tarımda, ulaşımda ve eğitimde ciddi sorunlar vardır...
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü ziyareti sırasında bu sorunların da masaya yatırılması ve KKTC’li yöneticilerin cesaretlendirilerek, ciddi icraatlara yönlendirilmesinin yararlı olacağı inancındayız...
Kıbrıs; bazı tahribatlara karşın küçük bir cennet parçasıdır...
Özellikle turizme ağırlık verilirse ve bu ülkenin Türkiye dışındaki ülkelerle hava bağlantısı güçlendirilirse, ambargo diye bir sorunumuz da kalmaz...
Ana hedef çözüm ise, bunu ancak güçlü bir KKTC ile gerçekleştirebiliriz...
Bu tarihi günde, Kıbrıs’a barış ve özgürlük getiren, 41 yıldan beri her türlü desteği vermeye devam eden Anavatanın gelmiş, geçmiş tüm hükümetlerine, devlet adamlarına ve askeri yetkililerine şükranlarımızı sunuyoruz...
Şehitlerimizin huzurunda saygıyla eğiliyor, gazilerimizi sevgiyle kucaklıyoruz...