banner564

“Trajik kelimeler kullanmalı mıyım?”

Rüzgârlar esiyor, aylardan Eylül... 
Batmakta olan akşam güneşinde buluşuyor gözler... Ne güzeldir akşamüstleri...
Ve kızılca renklerin birbiri ile dans ettiği ufuk çizgisine bakarken, her nefeste tespih çeker gibi, her tespih çekişte, nefes alır gibi, beklemek...

Gök kubbeden, en nadide atlas ile örtülmüş olan sevdanın bekleyişi...
İstanbul, Yenicami’nin merdivenlerinde, tespihle beklerken, her zamanki gibi bir akşamüstü vakit... Simit satanlar mı istersiniz, akşam pazarından ucuz mal almak için pazarlık yapanlar mı isterseniz, martıların süzüle süzüle uçtuğunu izlemek mi istersiniz... Hepsi ve fazlası ziyadesiyle var... Tespihin de öyle...
Her bir taşının sevgi ile seçildiği, her bir tanesinde sevdanın korunduğu...
Ne kadar özlenirse, bunu söyleyecek bir yer, bunu itiraf edecek geniş veya dar zamanlar var mıydı? Var mı? 
Sesler, dudaklar ve aşk; hep birlikte, tespihin koynunda, taşlara dizilmişler... 
Kimisi kehribar, kimisi akik, kimisi sedef, kimisi oltu taşı, hepsi de özlem kokuyor.
Çektikçe tespihi, hasretlik artarmış, hasretlik te artınca, tespih daha bir şevk ve sevgiyle avuçların içinde nefes alırmış derler. Bundan ötürü de, aşk ve sabırla tutarmışsın ellerindeki, parmaklarındaki sevdayı...
İpek atlas örtülü sevda, saklanmış bekliyor; martılar belki bir haber getirmiştir diye, Eminönü Yeni Caminin merdivenlerinde...
Bir göz tespihte, bir göz yolda… Martılar da hep uçarmış çığlık çığlığa, lakin anlatmak istenilen nedir bilinmez henüz... 
Demek ki daha vakti varmış sevdanın... Demek ki daha tespih çekilecek, demek ki daha beklenilecekmiş...
İnsanoğlu başarırsa beklemeyi, sabırlı olmayı da öğrenirmiş derler...

Tılsım dolu zamanlarda, insan yeniden doğduğunu hisseder, yıldızların göz kırptığı böyle gecelerde... Milat öncesi ve sonrası gibi...
“Trajik kelimeler kullanmalı mıyım? ”
Rüzgârlar esiyor, Eylül’ü beklerken... Ve kadın, rüzgârda kendini korumak adına başına güzelce örtmüş, elinde birazdan vereceği tespihle bekliyor, hem de sevdanın akılda olmayan zamanlarında... 
Vakitten önce, vakitten sonra... Birinin hayatında öylece iz bırakabilmek, bırakmak...
“Henüz ayrılalı, bir saat bile olmadan, özledim...” gibi duyguları hissetmek, sahiden gerçekten var mıydı? Var mı?
“Kokuna hasret, senden ayrılırken, kalbimi özlerdim, sen olan kalbimi...”     
Sevdanın kokusuna yenik düşmemek adına, kalbin sıkı sıkıya, gökteki en nadide atlas ile örtüldüğü zamanlar...”Sadakat bir çift göz uğruna, iki cihandan vazgeçmektir” demişti Serdar Tuncer...
Ve bir kadın geldiği yere dönmek için yola çıkacağı vakit, tespihi verirken belki de en çok şu cümleyi sevmiştir; 
“Seninle birlikte olmanın en güzeli yanı ne biliyor musun? Yaşamak... Nefes almak... Bir sonraki görüşümüzde, seni sevgiyle, tekrar kucaklayacağım...”  Ve kadın, bir akşamüstü vakti, Boğaz’daki martılara bakarken, gülümsüyor, hem sevdanın akılda olmayan zamanlarına, hem de bir çift göz uğruna, vazgeçtiği iki cihana...

YORUM EKLE

banner471

banner473