Güney Kıbrıs’ta olup bitenleri Rum basınından okuyoruz...
Kuzeyde olanları da onlar bizim gazetelerden okuyorlar...
Hatta onlarda ‘basın tercümeleri’ bizdekinden çok daha detaylıdır...
Haberlerin yanı sıra birçok köşe yazısını tercüme edip, ilgili birimlere ulaştırıyorlar...
Dolayısıyla, KKTC sınırları içinde olup, bitenleri bir gün gecikmeli de olsa öğreniyorlar...
Çok gerilere gitmeyelim...
Son iki hafta içinde, 3 milyonluk banka soygunuyla ilgili haberleri okudular...
En büyük yerel bankalardan biri olan Kooperatif’e ait 3 milyon TL’nin (yaklaşık bir milyon Euro) korumasız bir şekilde kiralık bir Ford salon araçla taşındığını okuyunca nasıl bir yorum yaptıklarını anlamak zor değil...
Bundan kırk yıl önce bizler için söyledikleri ile bugün söyledikleri arasında hiçbir fark yoktur...
“Bu Kıbrıslı Türkler hiç değişmedi” diyorlar...
Türkiye’nin elini çekmesi durumunda hepimizin diz çökeceğini düşünüyorlar...
Kuşkusuz; bizler de onların bu tür düşüncelerini, yanlış icraatlarımızla kuvvetlendiriyoruz...
Ada’nın kuzeyinde rüşvet, yolsuzluk ve soygunların ‘günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini’ her hareketimizle kanıtlıyoruz...
İyi örnekler var mıdır?.
Adamlar bizdeki durumu çok iyi tahlil ediyor...
Suyumuz içilmiyor...
Elektriğimiz hem pahalı, hem de etrafa yayılan zehir nedeniyle tüm canlıların düşmanı...
Trafik tam bir rezalet...
Yollarda ikaz işaretleri yok olmuş...
Birçok bölge kaldırımsız...
Sürücüler ‘yaya geçidinin ne olduğunu’ bilmiyor...
Araçların yarısı sağ, yarısı sol direksiyon...
Hastanelerimiz dökülüyor...
“Bir şeyin yok” denilerek eve gönderilen adamın 3 saat sonra iç kanamadan öldüğünü okuyunca halimize gülüyorlar...
Kuzeyde ameliyat olan adamın ayağında 2 santimlik kısalma olduğunu veya kırık parçanın yanlış oturtulduğunu gördükleri zaman “bunu kaportacı mı yaptı?” diye sormak zorunda kalıyorlar...
Güvensizlik kötü şey
Yağmur yağdığında evlerimizin, iş yerlerimizin su altında kaldığını...
Hellimlerimizin büyük bir çoğunluğunun toz süt ile yapıldığını...
Ekmeklerimizin büyük bir bölümünün musluktan akan su ile yoğrulduğunu...
İçme sularımızın büyük bir bölümünde, insan sağlığı için gerekli minerallerin olmadığını...
Kanserojen ilaç kullanımının denetlenmediğini...
Rüşvet ve yolsuzluk iddiaları karşısında devletin ilgili birimlerinin işlem yaptırmadığını...
Otomatik istifa mekanizmasının bir gün bile çalışmadığını...
Devlet dairelerimizde işlerin çok kötü olduğuınu...
Siyasetçilerin yeteneğe göre değil, parti kafasına uygun kişiler arasından seçildiğini...
Üçlü kararname ve müşavirlik rezaletini...
Çöplerin ovalara, ormanlara ve sahillere döküldüğünü...
Beşparmaklar’ın oyulduğunu...
Çalışır vaziyette bıraktıkları fabrikaların kapandığını...
Narenciyenin yok olduğunu gördükçe...
İster istemez şu soruyu soruyorlar:
“Bunlar bizimle nasıl eşit ortak olacak?..”
Onlarda da yok mu?..
Şimdi birileri çıkıp, Rum tarafında da yolsuzluk, hırsızlık, soygun ve cinayet olaylarının arttığını söyleyecek...
Doğrudur...
Ama onlarda, hesap sorma kuralları tıkır tıkır işliyor...
Cephanelik patlaması nedeniyle Cumhurbaşkanlarını günlerce sorguladılar...
Sorgulamaya devam ediyorlar...
Bakanları, generalleri istifa etti...
Elektrik Kurumu’nun başındaki adam, siyasetin önemli isimlerinden biriydi...
Arazi alımında kendisine rüşvet verildiği iddiaları yüzünden yargılanıyor...
En son örnek Pirgo Muhtarı’nın 23 bin Euro’luk harcama talebiyle ilgili...
Toplamda 9 bin Euro’ya mal olacak bir işi 23 bin Euro’ya mal etmiş diye, kendisini mahkemeye verdiler...
Peki biz ne yaptık?..
Milyonlarca Euro’luk ihalesiz mal alımlarını...
KTHY’nin batmasına yol açan hesapsız, kitapsız harcamaları...
Kooperatif’te yaşananları...
Geçitkale’nin elektrik direklerini...
Ne kadar yolsuzluk ve suistimal dosyası varsa hepsini kapattık...
Görevinden alınan da olmadı, kendiliğinden istifa eden de...
İki taraf arasındaki ‘devletçilik’ ve ‘yönetim’ anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır...
Şimdi siz müzakereci olsaydınız...
Adamların karşısına geçip “seninle eşit ortak olacağım” diyebilir miydiniz?..
Ben diyemezdim...