banner564

“ Faşizme karşı omuz omuza”

Bazı olaylar var ki ister istemez sizi maziye götürür. Bugünlerde, “Faşizme karşı omuz omuza“ sloganı üzerinden yapılan siyasi istismarları gördükçe, ister istemez hatıralarım öne çıkıyor.
Çıkıyor, çünkü sıkılmış yumruklarla karşı karşıya durmak yerine, ortak değerler için “Omuz omuza durmak” çok daha güzeldir. Bu yüzden konuyu dün yaşadıklarım üzerinden ele almak isterim.
15 Temmuz 1974 Faşist darbesi ile birlikte herkes gibi, terhis olduğum askeri birliğe dahil oldum. Birliğim, “Lefkoşa Sancağı, Bağlı Birlikler Destek Bölüğü, Havan Takımı” idi. Lefkoşa Sancağının ağır silahları bizim bölükte idi. En ağır silahımız ise 81’lik havanlardı. Ama bunun öncesi vardı.
Biz, 10 Temmuz 1974'te tüm adada, İstanbul (İKÖK) ve Ankara (AKÖK) öğrenci örgütleri olarak bildiri dağıtmıştık. Aynı gece de tutuklanmıştık. Ben ve hatırladığım kadarı ile Ergin İlktaç, Hakkı Alpagut ve başka arkadaşlar içeri atılmıştık. 
Sarayönü Polis Merkezinde hücreye konmuştuk. Pek çok kötü muamele ile karşılaşmıştık.
Dağıttığımız bildiri ise o dönemde sendikal hakları için mücadele eden İlkokul Öğretmenler Sendikasının, ( KTÖS) yöneticilerinin ve Arif Hasan Tahsin Hoca’nın tutuklanmasını protesto etmek içindi. O bildiride, bunun demokrasi dışı bir davranış olduğunu işliyor. Fikir ve Söz Hürriyetine, sendikal özgürlüğe darbe vurulamayacağını, Faşist baskıların demokrasi ve barış mücadelesini yok edemeyeceğini vurguluyorduk.
İşte Lefkoşa Polis Merkezinin hücresinde tek başıma, diğer arkadaşları görmeden ve dışardan da hiç bir haber almadığım o koşullarda, 15 Temmuz 1974 sabahı silah sesleri ile güne başladık. 
Az sonra Polis Çavuşu geldi ve bana “Oğlum Makarios'u devirdiler, ortalık allem kallem, hade çık, seni Polis Genel Müdürü ister“ dedi. Aldı, birlikte müdürün odasına çıktık. Sayın Müdür bana, “Oğlum bilin biz tutmadık seni, ne oldu ise oldu. Ancak şimdi darbe yaşandı ve seni serbest bırakacayık, ancak Mehmet Ali Komutanın seni bölükte bekler. Bu iş bize dönecek, elimizden geleni yapalım” dedi.
Bende tamam, ama eve gitmem lazım, yıkanıp temizleneyim. Annemi babamı görmeliyim dedim. Ayrıldım. Göçmenköy’deki evime gittim. Rahmetli annem, babam ve kardeşlerimle sevgi dolu buluşmamız oldu.
Saat üçe doğru Yusuf Akama arkadaş geldi. Geçmiş olsun dedikten sonra bana, “Ferdi, bu bir faşist darbedir. Partide değerlendirdik. Buna göre halkımızı savunmak için tümünüz mevzilere gideceğiz, sana bunu bildirmeye geldim” dedi. Tamam dedim. Ayrıldı. 
Saat beşe doğru bölüğe gittim ve rahmetli Mehmet Ali Komutana geldiğimi söyledim. Bana, “Görev yerin havan takımı, Samanbahçe'de  mevzilendik ve eski görevini devral” dedi. 16 yaşında Mücahit olmuştum ve 3 yıl askerliğimde, o bölükte o havanlarla oyuncak gibi oynamıştım.
Gittim ve tüm arkadaşlar tarafından sevgi ile karşılandım. Çünkü 5 gündür ne hainliğimiz, ne bilmem neciliğimiz kalmıştı. Evet, sevgi ile kucaklaştık herkesle. ”Omuz omuza” geldik.
Aynı günün gecesi ve sonraki günlerde, Baf Kapısı Polis istasyonunda Makarios’a bağlı, Polis birliklerine dönük, o Yunan faşist darbecilerinin inanılmaz saldırılarını, içim içime sığmayarak izledim. Yunan Cuntasının faşist birliklerinin bir avuç Kıbrıslı Rum demokrat ve yürekli insana dönük en ağır silahlarla yaptıkları vahşi saldırıyı, içim, isyan dolu, çaresizlik içinde izledim. İmkansızı düşündüm. Yani o faşist saldırıya karşı onlarla, “omuz omuza” olmayı düşündüm. Ama öyle bir şey yoktu.

Hüseyin Paşa...
Sonra 20 Temmuz geldi. Sıcak savaşın içine tüm yakıcılığı ile girdik. Ateşkes olana kadar, üç gün, uyku nedir bilmeden çarpıştık. Acı yaşadık. Acı yaşattık.
Sonra ateşkes. O ateşkeste Samanbahçe'de askeri land roverin altına serdim battaniyeyi ve yattım uykuya. En küçük bir sesle de hemen irkiliyorum. Bu irkilme hali çok uzun süre devam etti. Bazen hala uykumda irkiliyorum. 
İşte land rover'in altında uyku ile cebelleşirken daldığım bir anda, birden saçlarımda bir şey dolaştığını his ettim. Fırladım. 
Meğer, 2. Hareketin ilk günü, Makarina Fabrikasındaki sert savaşta şehit düşen rahmetli Hüseyin Paşa’nın elleri idi , saçlarımı okşalayan. Parti ve öğrenci derneği yoldaşım, hep, “Ağır beton işçisi” diye kendini tanımlayan Hüseyin Paşa idi.
 Ne olduğumu merak etmiş, onun için gelmiş. Çünkü dedikodular dolaşırmış ki bizleri bazıları, fırsat bu fırsat deyip vuracakmış. Kendisine yok öyle şey dedim. 
İşte zaman, dolu dolu bol kahkaha ile gülen yüzü ve iri cüsseli bedeni ile bana sarılarak, hiç aklımdan çıkmayan şeyi söyledi.
“Ferdim, sağcısı solcusu tümümüz, NATO saflarında faşizme karşı omuz omuzayız.” Bastık kahkahayı.
O günden sonra, hangi eylem olsa ve bu sloganı duysam, durgunluk sarar beni. Hüseyin Paşa’nın o iri iri gülen neşeli yüzü ve heybetli cüssesi gelir gözümün önüne.
Şimdi düşünün bakalım. Nazi faşizmine karşı, liberali,muhafakarı,sosyalisti, komünisti, hemde farklı ulusal ve dini kimliğe ait olanlar, dünya çapında, “omuz omuza” çarpışıp, o faşist beladan dünyayı kurtarmadı mı?
Şimdi günümüzde demokratı, solcusu, sağcı muhafazakarı, liberali; ortak demokratik değerler için “omuz omuza” gelirse, bunu dile getirirse, bundan ne kötülük olur? Bunu, “Anden ane çıkartılan ” uyduruk tespitlerle, şeytanlaştırmaya çalışanlar ne istiyor?
Bunun yerine, siyasi dar çıkarlar için ”Sıkılmış yumruklarla karşı karşıya gelmeyi” mi istiyorlar?
O gündür, bugündür barış ve demokrasi için, güzel günler için hep, “Omuz omuza durmanın“, sıkılmış yumruklarla karşı karşıya durmaktan daha doğru olduğuna inandım. Omuz omuza duralım.
YORUM EKLE

banner471

banner473