banner564

Amatör diplomasi, idare-i maslahat ve derinleşen kriz

Türkiye bakımından fevkalade anlamlı ve önemli olaylarla dolu yoğun bir haftayı geride bıraktık. Geçen hafta Avrupa Birliği Komisyonunun Türkiye hakkındaki İlerleme Raporu’nun açıklanmasının ardından önce TÜSİAD’ın, ardından Türkiye’deki 10 yabancı ülkenin büyükelçilerinin açıklaması geldi. Bunu, büyükelçilerin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp uyarılmaları izledi.

Tahmin edilebileceği gibi, AB Komisyonu’nun Raporu AB’ye giriş kriterlerinin hemen hemen tamamında Türkiye’nin ilerleme kaydetmek şöyle dursun, daha da gerilediğini kayda geçirdi. Bunlar zaten Türkiye yurttaşları olarak bizim de bildiğimiz ve çoğunu yaşadığımız hususlardır: demokrasiden uzaklaşma (tek-adamcı rejimin yasamayı zayıflatması), kararlı ve sistematik insan hakları ihlâlleri, hukuk devletinde ve yargı bağımsızlığında gerileme (resmen kaldırılan olağanüstü halin kısmen fiilî olarak sürdürülmesi, AİHM içtihadından uzaklaşma), sivil toplumun bastırılması, kamu idaresinin siyasallaşması, ekonomide kötü gidiş ve dış politikada maceracı eğilimler…

Hem bu Raporun bulguları hem de aralarında ABD ve Almanya’nın da bulunduğu 10 ülkenin Türkiye büyükelçilerinin iş adamı Osman Kavala'nın tutuklanmasının dördüncü yıldönümü vesilesiyle yaptıkları açıklama siyasette yoğun bir süreci tetikledi. Büyükelçiler Kavala'nın tutukluluğunun devam ettirilmesinin Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine ters düştüğünü ve Türkiye adaletine gölge düşürdüğünü ifade ederek serbest bırakılması çağrısı yaptı.

Ardından, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında konuşan Başkan Tuncay Özilhan da AB Komisyonu Raporundakine benzer hususları vurguladı. Özilhan özetle yargı bağımsızlığının sağlanması başta olmak üzere hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, çoğulcu demokrasinin geliştirilmesi ve denetler ve dengeler mekanizmalarıyla takviye edilmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı bir hükûmet sistemine geçilmesi çağrısında bulundu. 

Ancak, beklenebileceği gibi, Türk hükûmetinin Batılı büyükelçilerin çağrısına tepkisi sert oldu. On büyükelçi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak ‘’ülkemizin egemenliğine’’ ve ‘’yargının bağımsızlığına’’ müdahale anlamına gelen bu ‘’hadsiz’’ ve ‘’kabul edilemez’’ açıklamalarından dolayı uyarıldılar. Bu arada muhalefetin tepkisi de bizi şaşırtmadı, o cenahtan duyulan ses de hükûmetin arkasında durduğunu ilân ediyordu. .

Ama bu konudaki en sert tepki her zaman olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi: ‘’Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye’ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz?’’ En güzeli de yargı bağımsızlığıyla ilgili olarak söylediğiydi Cumhurbaşkanının: ‘’Bizdeki yargı, bağımsızlığın en güzel örneklerini veriyor.’’ Bundan daha acı bir şaka zor bulunur!

Şimdi sadede gelirsek: Son bir hafta içinde cereyan eden bu olaylar dizisi bir yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne sererken, öbür yandan da AKP-MHP iktidarının, en iyi ihtimalle, durumun vahametinin farkında olmadığını gösteriyor. Bu konuda düşünülebilecek kötü ihtimal ise daha da ürkütücü. Kötü ihtimal, yani hükûmetin aslında her şeyin farkında olduğu halde basit ama tehlikeli bir popülizme saparak idare-i maslahata devam etmeyi tercih ettiği ihtimali.

Durum vahim, çünkü AB Komisyonu Raporunda dile getirilen olumsuz tablo maalesef daha da fazlasıyla Türkiye’nin bugünkü yakıcı bir gerçeğidir. Güç ve menfaat hırsının gözünü karartmadığı herkesin kolaylıkla idrak edebileceği gibi, sorumlu siyasetçiler bir an önce bu karabasandan uyanıp hükümetin rotasını –hem içte hem de dışta – düzeltmezlerse, içinden çıkma şansını büsbütün kaybedeceğimiz çok-yönlü ve derin bir krize sürüklenmemiz işten bile değildir.

Yirmi yıllık siyaset ve yönetim tecrübesinin, Türkiye’nin dünyadaki yeri, bağlantıları ve uluslararası taahhütleri konusunda bu iktidara asgarî düzeyde bir bilgi ve idrak kazandırmamış olması ihtimalini doğrusu insanın havsalası almıyor! Bu konularda asgarî bir donanım kazanmış olması gereken bir devlet adamının, yarısından fazlası Türkiye’nin tam üye olmak için başvurduğu Avrupa Birliği’ni oluşturan devletlerin, geri kalanları da ya Türkiye’nin müttefiki veya dahil olmak istediği uygarlık dünyasının mensubu olan devletlerin ülkemizdeki resmî temsilcileri için ‘’bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz yok’’ demesi ne anlama gelir?..

Kendileriyle aynı ‘’aile’’ içinde olmaya çalıştığı ülkelerin temsilcilerinin o aileye kabul standartlarını koyan veya yorumlayan bir merciin (AİHM’nin) kararlarına uyulması yönündeki uyarılarını yirmi yıllık bir siyasî tecrübeye sahip bir iktidar nasıl ‘’had bildirme’’ girişimi olarak algılar?...

Son olarak: Bütün bunlar olurken, dört yıldır nahak yere demir parmaklıklar ardında tutulan Osman Kavala AİHM’nin ısrarlı kararlarına ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye hakkında Sözleşme’de öngörülen ‘’ihlâl prosedürü’’nü başlatma uyarılarına rağmen halâ demir parmaklıklar ardında tutuluyor.

Bakanlar Komitesi’nin önümüzdeki Kasım sonunda yapacağı toplantıdan bu konuda çıkacak karar AKP-MHP iktidarını gerçekten hiç endişelendirmiyor mu?...

YORUM EKLE

banner471

banner474