Diyalog Gazetesi
2021-10-02 09:26:55

Bir başkası ile olmak

Metin MÜNİR

metinmunirt24@gmail.com 02 Ekim 2021, 09:26

Katarakt ameliyatım için yanıma gelen arkadaşımı havaalanına götürüyorum. Türkiye’ye dönecek. 
Birkaç gün daha kalmasını istedim ama kabul etmedi.
Kişi başka bir yerde ne kadar rahat ettirilirse edilsin çok zaman geçmeden kendi evini ve oradaki hayatının rutinini aramaya başlar. 
Bahçede denize ve dağa karşı içilen yalnız sabah kahveleri, cumaları Migros’tan alınan mizah dergileri, pazarda bahçesinde yetiştirdiklerini satan köylünün domatesleri, pişirip yollayan balıkçı, deniz kıyısından geçen koşu parkuru… İçinde yalnız yatılan yatak…
Yabancı yerde olmak, kalabalığı azalmayan bir metro yolculuğu gibi zamanla insanı daraltır.
Ameliyattan sonra birkaç gün araba kullanamayacaktım. Biri günde üç, diğer ikisi iki saatte bir damlatılmak üzere üç küçük şişe ilacım vardı. Her seferinde bir damla damlatılacak ve damlatılmalar arasında beş dakika olacaktı. O sel sona erince doktor bu rejimin on beş gün daha sürmesini istedi, ama günde üç defa. 
Bu iş şimdi şimdi bana kaldı.
“Bir başkasıyla kalmanın en sıkıcı tarafı nedir?” diye sordum.
Biraz düşündü. 
“Kendi programını uygulayamamak. Tek başına iken sahip olduğun özgürlüğü kaybetmek. Aklına eseni aklına estiği zaman yapamamak. Her şeyi birlikte yapma mecburiyeti.”
Keşke ona araba kiralasaydım diye düşündüm. Ben gözüm nedeniyle yüzemezdim, ama o yaşadığı Ege kasabasında yaptığı gibi her gün denize gidebilirdi. Arabam manuel vitesli olduğu için kullanamıyordu. Tutumlu olduğu için araç kiralamamı kabul etmeyecekti ama. Kiralasak bile beni evde yalnız bırakıp gitmek istemeyebilirdi.
“Güne radyo ile başlamamak ve spor yapamadığım için - kendi tembelliğimden dolayı - spor sutyenim bile yok burada,” diye devam etti. 
Acaba biraz bencil ve anlayışsız mı davranmıştım? Birkaç defa hellimli tarhana çorbası yapmıştım. Onun dışında yemekleri hep o yapmış, sofrayı kaldırmış, bulaşık ve çamaşır makinelerini doldurup boşaltmıştı. İşi bölüşmemizi kabul etmemişti, “Ben Alman terbiyesi aldım,” dememe rağmen. 
“Böyle yetiştirildik,” demişti.
Ama ondan sonra bu işlerin tekrarından sıkılmaya başladığını hissettim. Gene de “Bana bırak,” diyerek ona yardım etmememi istemedi.
Bir gün “Yarın yüzelim mi?” dediğinde olur demiş, ama ertesi gün götürmemiştim. Benim için bir gün önce yaptığım planı ertesi gün uygulamamak olağandı. Bütün günlerim boştu ve o planı hayata geçirmek veya unutmak için sınırsız zamanım vardı. Ama galiba o, küçük çocukların yaptığı gibi verilen sözü unutmamış ve tutulmamasını affetmemişti.
Dağdan ovaya inmeye başlamıştık. On on beş dakika sonra havaalanında olacaktık. 
“Peki bir başkasıyla olmanın en güzel tarafı ne?” diye sordum.
Gene birkaç saniye tereddüt etti.
“Sevdiğinle beraber olmak,” dedi.
“Şimdi konuşuyorsun!” dedim.
Bir başkasıyla birlikte olmak da tek başına yaşamak da tam ve mükemmel değil, diye düşündüm ilk defa olmayarak eve yalnız dönerken.
Ve bir de şunu düşündüm, gene ilk defa olmayarak: İnsan benim yaşıma gelince ilk defa olmayan düşüncelerin dışında yeni pek fazla bir şey düşünemiyor.

Yorumlar (18)

Ege’de Bir Sahil Kasabası 3 Yıl Önce

İki kişi arasındaki ilişkiyi, olumlu ve olumsuz yönleriyle; en sade, en yalın ve net bir biçimde bu kadar güzel anlatan, hem yalnızlık, hem birliktelik için “tam ve mükemmel değil” diyerek altın vuruşu yapan, harika bir yazı. Teşekkürler.

Turkish power 3 Yıl Önce

Ağlamak nostaljinin sisleri arasında kaybolmak yerine alanımızı secdeye koyalım zaten bu zarafetinizle her zaman iyi güzel bir insan olarak anilacaginizi düşünüyoruz Allahu Teala hepimizin yardımcısı olsun

yüksel 3 Yıl Önce

Tam yeri yani (!) Metin Bey’e en son önerilebilecek şey alın ve secde.

Eylül Eylül 3 Yıl Önce

Harika bir konu ancak bu kadar güzel anlaşılabilirdi. Ellerinize sağlık. Bence sizin ilişkiniz daha sağlıklı, birlikteliklerde herkesin rahat hareket alanı yoksa; bir süre sonra sevgi de saygı da kayboluyor. Bir çok ünlü şair ressam eşleri ile ayrı odaları paylaşmışlar. Belki sürekli yanınız da bir kadın olsa bu kadar güzel yazılar çakmazdı. Biz kadınlar öğretilmiş görevlerle anaç davranıyoruz ama ruhumuz her daim Özgür alanımızda olmayı özlüyor. Aksi durumda karşımızdakinin kalıbına girip onun hayatını yaşıyoruz ama mutsuz...

Ahmet 3 Yıl Önce

Okurken damarlara yayılan uyuşturucu etkisi yapıyor yazı, bitince de hüzün kaplıyor insanı.

Sarp Ege 3 Yıl Önce

Harika bir yazı olmuş. Arkadaşınızda hafif bir kırgınlık olmuş sanki. Yalnızlık iyi bir şey degil kanımca. Ama bazıları da yalnızlıktan hoşlanır ne hikmetse. Tekrar geçmiş olsun dileklerimi sunar; herkese iyi hafta sonları.

Ruh İkizi 3 Yıl Önce

Anlaşılan,”İmdaaat!” Çığlığınız işitilmiş sayın MM. Çok seviyeli ve medeni bir örnek olmuş.Teşekkürler.

Turkish power 3 Yıl Önce

Secdeye koyarsın veya koymazsın cehennem kapıları bütün materyalistlere aciktir

ece aksoy 3 Yıl Önce

başkasının evinde. onu rahatsız etmemek için rahatsız olanlar kendi evlerine ve de muhteşem yalnızlıklarına koşuyorlar. kendinden başka herkes başkası

M. Karaali 3 Yıl Önce

Özgür ruhlu bir arkadaşınız varmış.

Harman 3 Yıl Önce

Yardımlaşma arkadaşlığı daha güçlü hale getirir.

Turkish power 3 Yıl Önce

Trol, İskandinavya folkloründe geçen ve korkunç gözüken bir mistik, insanımsı devasa yaratıktır. Troller folklörde, İngiliz peri masallarındaki Ogreler benzeri şeytani devlerden, dağlarda yaşayan, dağa insanları kaçıran, vahşi ve daha insan benzeri yaratıklara kadar birçok farklı şekilde tasvir edilmişlerdir. Aslen Şamanik doğa ruhları olarak, ortaya çıkmışlardır. Başlangıçta yalnızca bazı özel doğa ruhu türleri için kullanılırken daha sonraları anlamı genişlemiş ve cüceler ile Jötunn devleri dahil her çeşit esrarlı varlığı ifade etmekte de kullanılmıştır (Cermen dillerinde Trol tanımı "Doğaüstü" ve "Gizemli" gibi anlamlara gelmektedir. Trol kelimesi de "Şiddetli", "Kötü niyetli" gibi farklı anlamlar da kazanmış, İsveç'te kara büyüye Troldom, sihir numarasına Trylle denmiştir. Ama bu yeni anlamların mitolojik varlıkla ve şamanizmle bir ilgisi yoktur).[1] Shetland ve Orkney masallarında, troller trowe olarak anılmıştır. Japoncada ise trol için kullanılan sözcük tororu`dur. Huldra da bir Troll türü sayılmaktadır. Bu yüzden Huldufolk halkı da Troller olarak anılır. İskandinav inançlarında Troller, Elf ve cücelerle birlikte yer iyesi anlamına gelen "Vaettir" tanımı kapsamına girmektedir. Doğa ruhları için kullanılan bir tanımdır. İskandinav folklorunda iki tip Trol vardır. Biri dağlarda ve ormanlarda yaşayan, Jötunlara benzeyen devasa Troller ve toprağın altında ve ormanın derinliklerinde yaşayan genelde kısa boylu olan, Huldra ve Elflere yakın olan Troller.[1] İskandinav edebiyat, sanat ve müziği, romantik dönemden başlayarak bugüne kadar trolleri birçok farklı şekilde adapte ederek, genelde çok büyük kulak ve burunlara sahip bir yerli halk biçiminde kullanmıştır. Bu yüzden boyutları da hikâyelerde ufak tefek ölçülerden devasa boyutlara kadar çeşitlilik göstermektedir. Meşhur bilgisayar oyunu kahramanı Hugo da bir Trol'dür. Ayrıca 1959'da çıkan Trol bebekleri de Trollerin popüler kültürde yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.[2] Troll bebeklerin 2016'da başlayan, 2020'de ikinci filmi çekilen film serisi de bunda etkili olmuştur. Bunlar ikinci tipteki Trollerdendir. İskandinav mitolojisinde ve folkloründe inançsızlık, kötülük, vahşet, çirkinlik ve gecenin tekinsizliğini cisimleştiren troller, günışığına görüp taşlaşana kadar kötülük yapmaktan vazgeçmezlerdi… Aynı günümüzdeki troller gibi onlar da gerçek isimleri yani kimlikleri ortaya çıkınca güçlerini kaybedip yokolurlardı. Belki de aralarında zannettiğimiz kadar büyük bir fark yoktur. Avrupa’nın her bölgesi, doğaüstü yaratıkların meskeni olarak dağlar, tepeler ya da kayalıklarla ilgili pek çok hikâyeye sahiptir. Bu doğaüstü yaratıklar kimi zaman elf, peri, cüce gibi isimlere sahipken kimi zaman da dev ya da trol olarak adlandırılırlardı. Varolmayan ülkeler ya da aniden ortadan kaybolan adalar gibi yerlerin aksine dağlar, tepeler ve kayalıklar gerçek mekânlardı ve nerede oldukları insanlar tarafından tam olarak bilinirdi. Ancak sahip olduklarına inanılan sihirli güç sebebiyle bunlardan uzak durulur, herhangi bir şekilde zarar görmeleri engellenirdi. Örneğin bir tarlanın ortasında bulunan büyük bir kaya herhangi bir doğaüstü varlığın meskeni kabul ediliyorsa yakınında tarla ekilmez, hayvanların kayaya değmesine izin verilmezdi. Bunların orada yaşayan doğaüstü varlıkları rahatsız edip kızdıracağına inanılırdı. Her an sinirlenmeye ve etrafına dehşet saçmaya hazır bu varlıkların belki de en çirkin ve vahşi olanı trollerdi. İskandinav kökenli troller, bölgenin her yerinde karşımıza çıkmakla beraber ana yurtları yurtlarının Norveç olduğu söylenir. Bu ülkede bulunan pek çok kaya ya da tepenin, aslında taşlaşmış birer trol olduğuna dair folklorik inanç, Trol dili anlamına gelen Trolltunga bölgesindeki pek çok kayanın trol kafasına benzemesiyle de desteklenir. Trol kelimesinin kökeni belirsizliğini korumakla beraber “doğaüstü, büyülü, kötücül, habis, inançsız, tehlikeli” gibi anlamlara geldiği düşünülüyor. Eski İsveç kanunlarında karşımıza çıkan “trolleri” kelimesi “zarar verme amacıyla uygulanan büyü” anlamındayken Kuzey Germen dilinde “trolla ya da trylle” büyü yapmak anlamına geliyordu. Trol kayası Norveç’in Rogaland ilçesindeki “Kjeragbolten”in taşlaşmış bir trol olduğuna dair folklorik inanışlar var. Geçmişten günümüze troller pek çok farklı şekilde karşımıza çıktılar. Genelde insandan çok daha iri ve uzun olarak tasvir edilmelerine, vahşi ve tehlikeli olmalarına rağmen doğaüstü yaratıklar içinde en insanımsı olanlar trollerdi. Bir görüşe göre bunun sebebi, trollerin insanlığın ortak hafızasında olumsuz bir yere sahip olan Neanderthal insanının sonradan folklorik bir öge olarak tezahür etmesidir. Başka bir deyişle, ejderha inanışının dinozor fosillerini gören insanlar tarafından başlamış olma ihtimali gibi, Avrupa’da Neanderthal insanına ait fosillerle karşılaşan insanlar da bunlardan edindikleri izlenimle trollerle ilgili inançlar geliştirmiş olabilir. Zaman içerisinde bu yaratıklar insan zihninde daha da irileşerek devlerle ilgili inanışın kökenini de oluşturmuş olabilir. Bir başka görüş ise Hristiyanlığın 10.-11. yüzyıllarda bölgeye ulaşmasına kadar İskandinavya’da etkili olan Atalar kültü ile trol mitini ilişkilendirir. Buna göre Hristiyanlık öncesinde Kuzeyliler, .lmüş atalarına bazı kutsal korularda, tepelerde veya büyük kayaların üstünde oturup tapınıyorlardı. Özellikle geceleri ve yalnız olarak yapılan bu ayinler, bir nevi atalarla iletişime geçme yoluydu. Hristiyanlık bu inanışı şeytanlaştırmak suretiyle silmeye çalışmış, fakat insanlığın ortak belleğinin ataları yerine koyduğu bu kaya ya da tepeleri, ancak doğaüstü kötücül birer varlığa dönüştürebilmişti. 1276 tarihli “Magnus Hakonsen” yasalarındaki bir madde de bu görüşü destekler nitelikte. Buna göre, höyük sakini olarak adlandırılan bu kaya ve yükseltileri (ya da orayı mesken tutmuş olan varlıkları) uyandırmaya çalışmak kanun dışı ilan edilmişti. İlk defa olarak da bir şeyin “kâfir ve sevilmiyor olduğunu” göstermek için trol kelimesi burada kullanılmıştı. Vahşi dev troller, küçük fesat troller Troller pek çok farklı şekilde tasvir edilmekle birlikte temelde iki farklı geleneğe ait iki ana tipolojiye sahip oldukları görülür. Bunlardan ilki dev boyutunda, genelde çirkin ve vahşi yaratılışta olan orman, dağ ve köprü (su) trolleridir. Kuzey (Norse) mitolojisinde her trol bir dev değildir ama her dev, ya trol ya da bir yarı-tanrıdır. Birinci kategorideki troller, iri cüsselerinin yanısıra çıkık alt çeneleri, fırlak kaş bölgeleri ve surat yapılarıyla oldukça çirkin yaratıklar olarak tasvir edilmiştir. Ormanlarda, dağlarda ya da köprü altlarında bulunurlardı. Sjötrollet denilen deniz trolü, “hausmannen” (deniz adamı) gibi denizlerin koruyucu ruhuydu. Trolleri çizen Norveçli Hayatını masal kitapları için troll çizimleri yaparak geçiren Norveçli illistüratör Theodor Kittelsen’in kaleminden bir Skogstroll, yani orman trolü. Troller kötü yaratıklar olarak kabul edilirlerdi. Ortaçağ efsanelerinde şeytani varlıklar olarak gösterilmişlerdi. Hristiyanlık tarafından şeytanlaştırılmış bir pagan unsuru olarak, kilise çanı, haç hatta İsa’dan bahsedildiğini duymanın bile trolleri deliye döndürmeye yettiğine inanılırdı. Bir trolü alt etmenin yolu ya onu gün ışıyana kadar oyalayıp taşa dönüşmesini sağlamak ya da sorduğu bir bilmeceyi doğru cevaplamakla mümkündü. Ayrıca bir trol gerçek adını duyduğunda bütün gücünü o anda kaybederdi. Nitekim trollerin fırtına ve depremlere de sebebiyet verdikleri düşünülüyordu. İkinci tür troller ise sıklıkla Güney İskandinav geleneğinde görülürdü. Oldukça küçük cüsseli, esrarengiz davranışları olan, karanlık kuytularda yaşayan çirkin ve fesatlığa meyilli yaratıklardı. Bazıları rüzgarlara binerek yolculuk etme yeteneğine sahipti ve bunlara rüzgar trolü (Ysatter Kajsa) denirdi. Evlere gizlice girmeye meraklıydılar ve istedikleri zaman görünmez olabiliyorlardı. Dev trollerin aksine bir arada yaşamayı sever, hayvan besler, yemek ve ekmek pişirebilirlerdi. Aralarında zanaatkâr olanlar da bulunurdu. En meraklı oldukları eğlence ise büyük ziyafetlerdi. Büyük bir kayanın ardından girilen yeraltı mağaralarında yaşar, özellikle altın ve çeşitli hazineler biriktirmeyi severlerdi. Daima kötü olmak yerine kendilerine nasıl davranılıyorsa onlar da aynı şekilde karşılık verirlerdi. Bilerek ya da bilmeyerek insanlara büyük zararlar verebilirlerdi. Çok başarılı birer hırsız olarak evlere görünmeden girer ve yemekleri yer, bira ve ekmek yapanların mayalarını çalarak daima eksik iş yapmalarına yol açarlardı. Bazen dişi ve erkek troller çobanlara ve süt sağan kadınlara görünürler ve onlara cinsel tekliflerde bulunurlardı. Çeşitli otlar ya da bir haç vasıtası ile bunlardan kurtulmak mümkündü. Bütün diğer doğaüstü varlıklar gibi çelikten korkuyorlardı. En büyük düşmanları ise erken dönemde Yıldırımlar Tanrısı Thor ve elbette çekici Mjölnir’di. Trol dışında Cüce, Kobold, Goblin gibi isimlerle de tanınırlardı. Masalların içinden İllüstratör John Albert Bauer, çizimlerinde sıklıkla Norveç mitolojisinin öğelerini kullanıyordu. Dev ve cüce troller ve peri prensesler illüstrasyonlarında en çok karşımıza çıkan karakterler. Her iki tip trol de Hristiyanlar tarafından gökten alt cehennem olarak görülen dünyaya düşmüş varlıklarla bir tutulmuş ve kötülük, fesatlık, inançsızlık, hırsızlık, yalancılık gibi pek çok olumsuz özelliğin kişileştirilmiş hali olarak görülmüştü. Hristiyanlık, ışığıyla bu iblisvari yaratıkları inananları vasıtasıyla tek tek yok edecekti. Bunun en kayda değer örneklerinden biri Spenser tarafından The Faerie Queen (Peri Kraliçesi) adlı eserde anlatılmıştır. Hristiyan kral sembolü olarak Kral Arthur, şeytanı temsil eden bir devi (trol) yenerek Hristiyanlığın ışığını daha da parlak hale getirmişti. Şeytanın yeni yüzü Hıristiyan Kral Arthur’un şeytanı temsil eden trolü konuşarak etkisiz hale getirişini Frank Cheyne Pape çizmiş. Hristiyanlığı yaymak için büyük çaba sarf eden Norveç kralı Olaf Haraldsson, 1030’da öldükten sonra adı etrafında bir Hristiyan efsanesi yaratılmış ve çeşitli öyküler ona atfedilmişti. Eski bir kuzey mitinden uyarlanan hikayede, Olaf’ın yaptırdığı kiliselerin trollerin attığı kayalar etkilenmediği anlatılır. Başka bir hikayede ise bir trol Olaf’a Trondheim Katedrali’nin yapımında yardım etmeyi teklif eder. Karşılığında ise Olaf, güneş ve ayı kendisine verecektir. Ancak Olaf trolün gerçek ismini öğrenir ve tam inşaat bitmek üzereyken bu ismi söyler. Böylece trol tüm gücünü kaybeder ve inşaatı bitiremez. Haliyle istekleri de yerine getirilmez., İskandinavya’dan dünyaya açılma Trol teriminin ilk defa İngilizce konuşulan bir bölgede benimsenmesi 1700 yılına rastlar. 1841-1879 arasında eklemelerle zenginleşen pek çok yeni baskısıyla Asbjornsen ve Moe’nun Norveç Halk Masalları (Norske folkeeventyr) kitabı trolleri iyice tanınır hale getirdi. “Ak Ülkenin Üç Prensesi”, “Soria Moria Kalesi”, “Dapplegrin”, “Tatterhood”, “Dovrefell’deki Kedi” gibi masalların yanısıra dişi trollerin sahne aldığı “Güneşin Doğusu Ayın Batısı”, “Taş Kayıktaki Cadı” ve “12 Yabani Ördek” gibi masallarda troller prenses kaçırıyor, cadılık yapıyor, yılbaşında insanların evine eğlenmeye gidiyor, prensleri vahşi ördeklere çeviriyordu. Trollerin popülaritesi, Yeni Romantizm akımının etkisiyle yerel folklor ve efsanelerin gündeme gelmesiyle 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başlarında da devam etti. Troller konu olarak pek çok sanatçıya ilham verdiler. 1875 yılında Norveçli besteci Edvard Grieg troller ile ilgili, Henrik Ibsen’in “Peer Gynt” adlı eserinden ilhamla “Dağ Kralının Huzurunda” ve “Trollerin Yürüyüşü” isimli parçaları besteledi. Trollere tutku derecesinde bağlılığı ve ilgisiyle dikkat çeken Grieg, onların vahşi güçlerine ve evcilleşmez doğalarına büyük hayranlık duyuyordu. Karanlık kuytularda yaşayan aldatıcı yaratıklar Günümüzde ise birçok popüler kitap ve filmde trollere rast gelmek mümkün. Disney’in “Karlar Kraliçesi” (Frozen), J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’i, Rowling’in aynı adla sinemaya uyarlanan Harry Potter’ı, “Shrek” serisi, “Zindan ve Ejderha” isimli bilgisayar oyunu trollerle karşılaştığımız birkaç örnek… Popüler kültürün çirkin canavarları Sinemaya da uyarlanan J.R. Tolkien’in Hobbitinde troller, Orta Dünya’nın en güçlü ama en aptal varlıkları olarak tasvir edilir. En basit tabirle internet üzerinde kaos yaratma amacıyla faaliyet gösteren sahte hesaplara trol dendiği malum. Mitoloji ve folklor açısından bu trollerin, bahsettiğimiz doğaüstü varlıklarla hiçbir alakası yok gibi gözüküyor. Ancak dikkatli bakılırsa her ikisinin de kötülük yapmasının .nüne aynı yöntemlerle geçilmesi mümkün. Örneğin efsanevi troller, kendilerini taşa dönüştüren gün ışığından hoşlanmıyorlar. Aynı şekilde internet trolleri de kendilerini açığa çıkaracak, kimliklerini ifşa edecek her türlü ışık ve aydınlıktan çekiniyorlar. Mitsel troller karanlık bölgelerde ya da yeraltında yaşarken internet trolleri de karanlık, kapalı kuytularda saklanmayı tercih ediyorlar. Günümüz trolleri, aynı adını aldıkları yaratıklar gibi gerçek isimleri yani kimlikleri ortaya çıkınca güçlerini kaybederek yok oluyorlar. Bilinmek her ikisin de hoşlanmadığı bir şey. Belki de geçmişin ve günümüzün trolleri arasında zannettiğimiz kadar fark yok çünkü her ikisi de yalancı, kötücül ve inançsız. Tek amaçları insanları kandırmak ve yanlış yöne sevk etmek ama çelik gibi bir irade ve bilginin karşısında şansları yok… Bir Trol Masalı: Kilise çanlarından nefret eden trol Kilise çanlarının sesini duymaktan nefret eden bir trol, evi çok uzakta olmasına rağmen, kendisini rahatsız eden bir kiliseye koca bir kaya fırlatır. Kaya kiliseye isabet etmez ama çok yakınına düşerek ikiye ayrılır. Sonraları kilisenin civarında oturan köylüler trolün yılbaşı gecesi köye geldiğini ve kırık taş parçasını altın bir sütun üzerine koyduğunu ardından da kendileriyle ziyafete oturduğunu ve bütün gece dans ettiğini anlatırlar. Bu hikayeyi duyan zengin bir kadın doğruluğunu öğrenmek için damadını köye gönderir. Köye giden adam yolda trollerle karşılaşır. Kendisini dostça karşılayan troller adama etrafı runik yazılarla süslü altın bir boynuz içinde içki ikram eder. Boynuza hayran kalan adam, trollerin bir anlık dalgınlığında, atına atlayıp kaçar. Troller adamın peşinde düşmelerine rağmen yakalayamazlar. Sorunu çözebilmek ve boynuzu geri alabilmek için kadının evine gelirler ancak kadın isteklerini reddeder. Bunun üzerine troller boynuzun her yeri değiştiğinde kalenin yanması için lanet ederler. Gerçekten de üç defa kalede yangın çıkar. O günden sonra kadın ve ailesi boynuzu büyük bir dikkatle muhafaza eder. Benzer bir şekilde ele geçirilen başka bir boynuz halen Danimarka Krallığı’nda bulunmaktadır.

Turkish power 3 Yıl Önce

Trol, ‘sizinle aynı fikirde olmayan kişi’ değildir; fikrinizi parçalayıp dağıtmaya çalışan kişidir. Trol sizinle fikir tartışmaz, herhangi bir düşünce veya görüş geliştirmeyle ilgilenmez. Düşüncenizi dayanaklarından kopartır. Bunun için izlediği başlıca yol laf cımbızlamaktır. Trol, sizin bir cümlenize, kelimenize, benzetmenize, mecazınıza, göndermenize, referansınıza takar. Onlardaki herhangi bir özelliği ‘kusur’ olarak öne sürer ve bunu sizin kusurunuz haline getirir. Her söz, o sözden önce söylenmiş ve sonra söyleneceklerle anlam kazanır. Trolün etkisi bu bağlamı dağıtmaktan gelir; aradan çektiği veya araya sokuşturduğu bir kelime-bir görüntüyle bir insanı da bütün bir coğrafyayı da mahkum edecek ‘kanıt’ üretir. Her düşünceyi ana fikrinden, tarihçesinden, amacından, hedefinden koparıp parçalayacak, çıkış mantığından uzağa savuracak, ortada tartışılmakta olan meselenin ne olduğunu karıştırıp unutturacak saldırı araçlarıyla hareket eder. Bu araçların başında meseleyi kişiselleştirmek, örnek olmayan örnekleri öne sürmek, özel hayatı ve geçmişi kurcalamak, kişinin yaptıklarından söylediklerinden yola çıkarak yapmadıkları söylemediklerinden suç, kabahat, noksan icat etmek, bilgi veya bulgu olmayan iddiaları savunmak gibi herkese saç baş yolduracak hamleler gelir. Trole sürekli olarak “ben onu demek istemedim, bunu demek istedim” demek zorunda kalırsınız. Ve trol, siz her ne demek isterseniz isteyin sizin bakış açınızdan bakmaya yanaşmaz. Öne süreceğiniz kanıtlar işe yaramaz. Trol, kanıtları da bağlamından koparır. Genel kanıtları özel örneklerle çürütür. Kendi örneğinde ısrarcıdır. Aksi örnekleri örnek kabul etmez. Tekil örneklerle çürütülemeyecek hiçbir olgu yoktur. Trol bunu kullanır. Ortalama eğilimleri, aynı dağılımın uç sonuçlarıyla çürüttüğünü iddia eder. ‘Sizinle aynı fikirde olmayan kişi’ ise konuştuğunuz konuya farklı açılardan yaklaşır. Bu bakış açıları paylaşılır veya paylaşılmaz. Ortak noktalar bulunur veya bulunmaz. Fakat tartışma ortamı ve uzlaşma yolu açık kalır. Uzlaşma yolu açık kalmıyorsa karşınızdaki fikir sahibi bir kişi değil, troldür. Trol, bir ‘laf-anlamaz’dır. Trol, lafla alt edilemez. Sadece olduğu gibi boşa düşürülebilir. Trolü boşa düşürmenin bir tek yolu vardır: Muhatap almamak. Kesin, net, ve istisnasız muhatap almamak. Trolle tartışmak sonuçsuzdur. Trol orada olmak için oradadır, tartışmak veya sonuç almak için değil. Siz orada olduğunuz sürece o da orada olacaktır. Trolün ihtiyacı önemsenmektir. Sizin yüreğinizi soğutacak en sert, en etkili söz bile trol için önemsenmek anlamındadır. Ne söylediğinizin bir önemi yoktur. Konuşmaya devam ettiğiniz sürece trolü önemsiyorsunuz demektir. Trol önemsenmezse yaşayamaz, yok olur. Trolü önemsemeyin demek hiç ama hiç cevap vermeyin demektir. Bu elbette sabır ve kendini tutma becerisi gerektirir, fakat kesin sonuç sadece bu şekilde alınır. Trol, alçaklığın paralı askeridir. Trol, kiralıktır. Genellikle alçak siyasetçi tarafından kiralanır. Alçak siyasetçi, trol sayesinde gerçek kimliğini, yani çıplaklığını örter. Trol bu alçak siyasetçinin giysileri gibidir. Trol ortadan kaybolursa alçak da çırılçıplak ortada kalır, saklanamaz. Bir alçak trolü kadar güçlüdür. Alçak siyasetçiyi çıplak bırakıp açığa çıkarmanın şartı trole takılmamaktır. Trol size takarak sizi kendisine takar. O sırada trol sahibi alçak, yeni bir hainlik peşindedir. Siz trole zaman ve enerji ayırıp oltaya geliyorken alçak siyasetçi sizin için yeni bir işkence kancası hazırlıyordur. Trolün trol olduğunu zamanında fark etmeyenler eninde sonunda bir hata yaparlar. Bu hata, kendilerinin diğerlerini eleştirdikleri işlerden birini yapmakla veya sözlerden birini etmekle olur. İşte o noktada trol geri çekilir, sahibi alçak ortaya çıkar ve “gördünüz mü, güya bizi eleştiriyordu ama kendisi daha fenasını yapıyormuş” diye izan ehlinin kazara düştüğü hali cümle aleme faş eder. Alçak siyasetçi, kendi hamleleriyle kazandığı itibardan çok daha fazlasını muhaliflerinin hatalarından kazanır. Trolün de sahibinin de tek korkusu açığa çıkmaktır; bu yüzden alçağa alçak, trole trol demekten sakınmamak gerekir. Yüzlerine değil, ortaya. Trolün yüzüne trol, alçağın yüzüne alçak demek hiçbir işe yaramayacağı gibi döner sizi incitir. Açığa çıkarmak derken trolü de alçağı da orta yere ifşa etmekten bahsediyoruz. Açığa çıkmak ile geri çekilmek arasında kalan trol ve sahibi, açığa çıkmaktansa geri çekilecektir; trolleri ve alçakları teşhis etmenin yollarından biri de onları bu açmaza sokmaktır. Elbette bu geri çekilmeyi, kılık değiştirip yeniden saldırmak üzere kullanacaklardır. Trolün de bir kişiliği vardır! Trolde göz-izan-akıl-mantık-vicdan-sağduyu bulunmaz; çünkü trol, bir gün sahibi gibi ‘alçak-ama-güçlü’ olma hayali kuran çapsız bir ahmaktır Trol; hatasının yüzüne vurulmasından rahatsız olmaz, küçük düşmekten utanmaz, uzmanlığa saygısı yoktur, önemli-önemsiz ayrımına bakmaz. Trolün sinirini bozmak imkansızdır. Sizinse er ya da geç siniriniz bozulur. Trol, sizin sinirinizin bozulup yanlış yapmanızı bekler. Sizden gelecek en galiz saldırılara bile duyarsızdır. Sizi, savunmakta zorlandığınız bir noktada bulduğu anda ise bütün varlığınızı bu noktaya indirger. Trol asla kendini savunmaz. Sürekli saldırı halindedir. Göstereceğiniz hiçbir yanlışa bulaşmaz. Hepsinin etrafından dolaşmayı bilir. Trol, rakibin kendisini savunmasından bizim anlayamayacağımız çarpıklıkta bir haz duyar. Trol karşısında savunma pozisyonuna düştüğünüz an, kaybettiğiniz andır; neyi savunduğunuzun bir önemi yoktur, savunma pozisyonuna geçmiş olmanız yeterlidir. Net-troll Trol bir ‘sinir etme’ ve ‘insanı çileden çıkarma’ uzmanıdır. En büyük gıdası muhatabının sosyal nezaketidir. Trol, sosyal nezaketi boşa düşürür. Trolle muhatap olanların veya maruz kalanların “bak güzel kardeşim…” diye başladıkları lafı “ben de senin sülaleni…” diye bitirdikleri çoktur. Sosyal nezaket sahibi şahıs, trolle giriştiği ‘tartışmayı’ daha en başından “anlatılmasına gerek olmayanı anlatmaya çabalamak” sırasında kaybetmiştir. Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünden bile daha kesin olan şeyler hakkında trole dert anlatmaya çalışırken, kendisini, nesebinin sahihliğini savunurken buluverir. Bunun da yegane ilacı – döndük başa – trolü muhatap almamaktır; sadece başında değil, sonrasında da muhatap almamak, ta ki trol ortalıktan çekilinceye dek. Daha fazla bilgi, daha fazla sabır, ve daha az yanlış yapmakla her trol ve her alçak saldırısı boşa düşer. Trolün de sahibinin de gücü kendi marifetlerinden değil sizin sabırsızlığınızdan gelir, siz sinirinize hakim olup muhatap olmazsanız trol de havasını alır sahibi de.

Zeynep 3 Yıl Önce

Dostluk Biz haber etmeden haberimizi alırsın, yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin. O gider, bu gider, şu gider, Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın Nazım Hikmet

Kamile Yektan 3 Yıl Önce

Arkadaşlık aşktan daha zordur, çünkü daha uzun sürer derler. Güzel günler dilerim.

PAKO ROJ 3 Yıl Önce

İlahi Metin Ağbii. Son cümle tek kelimeyle nefes kesici. Oysa ben ellisini yeni devirdim. Buna rağmen bu tümcedeki olası derin gerçeklik adeta yüzüme vurdu. Sebepsiz olamaz.

Turkish power 3 Yıl Önce

Ölüm korkusu ve cennet kokuları sarmış 4 1 yanı hepimizin başına gelecek bu ölümlü dünya Allahu Teala hepimizin yardımcısı olsun

Deniz Yavaş 3 Yıl Önce

Metin Bey geçmiş olsun.Yazılarınız eksik olmasın... Sağlık ve mutluluk dileğimi sunmak isterim. Saygılarımla

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.