Son günlerde, temelsiz, tutarsız iddialarla insanların akıllarını karıştıranların sayısında ciddi artışların olduğu görülüyor...
Araştırmayan, sorgulamayan, okumayan, kendini geliştirmeyen, sadece günlük çıkarlarla siyaset yapanların, akıl karıştırıcılarına karşı yapabilecekleri hiçbir şey yoktur...
Ülke zaten kendi haline terk edilmiş durumdadır...
Suçlarda korkunç artışlar, eğitimde ürkütücü gerilemeler var...
Yollarda can güvenliği kalmamış...
Yeşil yok edilmiş...
Sularımız, kullanım açısından dahi riskli...
Elektrik, dünyanın en pahalısı...
Buna karşın rüzgârlı havada veya aşırı sıcaklarda saatlerce kesiliyor...
Belediyeler ‘istihdam kapısı’ olmuş, gelirlerin çok büyük bir bölümünü maaşlara harcayınca, çöpleri toplamada dahi zorlanıyor...
Binlerce insanın sosyal sigorta primleri yıllardan beri yatırılmıyor...
Hayvancılar Birliği Başkanı ile diğer üreticilerin isyanını kimse duymuyor...
Adamlar Brucella, Scrapi, Salmonella gibi hastalıkların yaygınlaştığını söylüyor, meyhanelerde et ve ciğer tüketimi artıyor...
Mahkemelerin gündeminde 10 bini aşkın alacak-verecek davasının bulunduğu söyleniyor...
Lüks araba satışları devam ediyor...
Kanser hastalıkları patlamış...
Dünya sıralamasında 5’inci sıradayız...
Fakat 5 bin hastaya sadece bir Onkolog düşmesini ve çaresiz insanlara işkence çektirilmesini herkes tebessümle karşılıyor...
Bilinmeyen bir kimyasal var
Tüm bunlara bakınca insan ister istemez “Ne oldu bu insanlara?” diye merak ediyor...
Gerçekten bizlere ne oldu?..
Her geçen gün, her geçen saat buradaki insanlar daha kötü şeylerle yüzleştiği halde neden herkes kabuğuna çekilmiş, konuşmuyor, üretmiyor, doğruların bulunmasına yardımcı olmuyor?..
Kadercilik mi?..
Yoksa bilmediğimiz, duymadığımız, göremediğimiz bir kimyasal madde mi dolaşıyor etrafımızda?..
Ağlanacak halimize güleriz değil mi?..
Gençlerimiz, ya tecrübesizlikten, ya bilgisizlikten, ya da işsizliğin getirdiği tepkisel durumlardan dolayı, ne olduğunu, ne getireceğini bilmediği bir çözüme “evet” diyebilecek noktaya getirildi...
Gözü kapalı bir şekilde ‘hayalci’ sözlerin arkasından yürümek onları korkutmuyor...
Peki ama bu ülke insanına yön vermek ve yönetmek için ortaya çıkanlara ne demeli?..
Onlar da ‘uyaranlara’ ders vermeye çalışıyor...
Dünyanın değiştiğini ve AB hukuku içinde hak ettiğimiz yeri alacağımızı ve daha mutlu bir yaşam süreceğimizi süylüyorlar...
Daha güzel bir yaşamı kim istemez ki?..
Hani nerede o güzel yaşam?..
Onu nasıl elde edeceğiz?..
Türkiye’yi göndererek mi?..
Tüm ‘yerleşikleri’ göndererek mi?..
Güneyde mezarlık veya park olan evlerimize dönemeyecek olmamıza karşın kuzeydekini de ‘gerçek sahibine’ vererek mi?..
Çıkıp anlatsınlar bakalım...
Daha güzel günler hangi dağın ardındaymış, bilmek, görmek istiyoruz...
Ne çabuk unutuldu...
Sınır kapılarının açıldığı 23 Nisan 2003 yılından sonra nelerin yaşandığını ne çabuk unuttuk...
Göremediğimiz kimyasalın etkisinden olacak...
Lefkoşa’nın güneyinde iflas etmiş büyük bir market vardı...
Adını herkes biliyor: Orfanidis...
Kıbrıslı Türkler dalga dalga bu markete gidiyordu...
İflasın gecikmesinin ana nedeni de budur...
Her 10 müşteriden 8 tanesinin Kıbrıslı Türk olduğu günlerde, Orfanidis’in sahipleri, market içinde Rumca şarkıların yanı sıra Türkçe parçaların da çalınmasını istemişti...
Hatta bir yerel radyomuza CD siparişleri vermişti...
“Türklerin sevdiği şarkıları getirin çalalım” diyordu...
CD’ler hazırlandı ve Orfanidis’e teslim edildi...
İlk gün 5 şarkı çalındı...
İkinci gün 3’e düştü...
Ve üçüncüsünde tamamen durdu...
Neden?..
Sihirli bir el işin içine karıştığı için...
Bir de bugüne bakalım...
Rum marketlerinde bir tane Türkçe yazı göremezsiniz...
Türkçeden vazgeçtim...
İngilizce yazı da göremezsiniz...
Yaklaşık 220 bin yabancının yaşadığı bir yerde bu kadar ırkçı ve şöven olabiliyorlar...
Demek ki; dünyanın değiştiğini söyleyenler, Rumların değişmediğini göremiyorlar...
Görebilmek için kafalarına taş yağması mı gerekiyor?..
Galiba öyle olacak...
Kimyasalın etkisi ancak o zaman geçecek...
Ve ağladığımız zaman bizlere ‘dünya diliyle’ cevap verecekler:
Too late!!!