Diyalog Gazetesi
2014-07-07 08:23:52

Özgürlük

Cemre AKAR

07 Temmuz 2014, 08:23

Güzel ve sıcak bir Temmuz gününden tüm okuyucularımıza merhaba! 
Özgür bir yaşam tüm insanların istediği fakat çok az insanın erişebildiği bir yaşam biçimidir.
Hepimiz hayat boyu kendi yaşamımızın direksiyonunu eline almak için uğraşır fakat direksiyona kendimizin mi başkalarının mı yön verdiğinden emin olamayız.
Özgür yaşam ve özgürmüş gibi görünen yaşam birbirinden çok farklıdır.
Günümüz kapitalist dünyasında “özgürmüş gibi” görünen yaşamlarla dolu hayatlar yaşıyoruz. Özellikle gelişen teknolojinin özgürleştiren mi yoka tam tersi özgürükten uzaklaştıran, beyni uyuşturan ve gerek görsel gerek sözel mesajlar altındaki telkinlerle tüm hareketlerimizi kontrol altına alan bir ağ olduğu tartışılan derin bir konudur.
Özgürlüğümüzün kapitalizm, medya ve teknolojiyle yokedilmiş ve bütünün bir parçası olmaktan kurtulamadığımız zavallı bir dönemden geçmekteyiz. 
Tüm inançlarımızı, özümüzü ve benlik algımızı yitirdiğimiz bu piyasa odaklı dönemde çırpınışlarımız son çare! 
Aslında asıl sorun esaretimizin farkında bile değiliz. 
Düşüncenin, düşünebilmenin ve sorgulamanın, sorgulayabilmenin bu kadar öldürüldüğü fakat tam tersi en demokratik dönemmiş gibi görünen bu çağ benim deyimimle “ütopik diktatörel” çağ şüphesiz tarihin sayfalarına özellikle bizim ülkemiz için en az düşünce akımının ve üretimin gerçekleştiği çağlardan biri olarak yansıyacaktır. 
Özgürlüğün ve bireysel kontrolun zayıfladığı bir diğer algı da psikoloji de ve eğitim de “self-fulfillment” yani “kendini tamamlama” olarak adlandırılan bir olguyla tartışılabilir. 
“Self-fulfillment” kısaca başkalarının beklentilerinin bizim davranışlarımızı etkilemesi ve şekillendırmesi anlamını taşıyor. Çevrenin, gerek sosyal çevre gerekse aile, beklentileri bizim davranışlarımızı ve performansımızı şekillendirmektedir.
Çevrenin beklentilerini onaylamak için kendimizi bize uygun görülmüş rollerin ve kalıpların içerisine sokmasıyla ilişkilidir. Çünkü bizden beklenen “o” dur.
“Self-fulfillment”i Jacobsen ve Rosental’ın bir çalışmasıyla kısaca somutlaştırabiliriz. 
Akademik yılın başında öğrecilere IQ testi verilir ve öğrenciler gelişi güzel iki gruba bölüştürülür.Fakat bir grubun öğretmenine IQ testinde en yüksek yapanların diğer öğretmene ise IQ testinde en zayıf yapanların oluğunu söylerler. Yıl sonu ayni öğrencilere yine IQ testi yapılır ve “zayıf” diye adlandırılmış gruptaki öğrencilerin bir yıl önceki IQ seviyelerinin altına düştüğünü ve “zeki” diye adlandırılan gruptaki öğrencilerin bir önceki yıla göre seviyelerini artırdıkları tespit edilir. 
Bu çalışma da öğretmenlerin beklentilerinin 1 yıllık bir eğitim sürecinde öğrencilerinin performansını ne kadar çok etkilediğinin somut bir örneğidir. 
Beklentisi düşük olan öğretmen diğer öğretmene göre öğrencilerine daha az ilgi, daha az fırsat ve daha az motivasyon sağlıyor. 
Beklentilerimiz karşı tarafın yaşamını birebir kontrol altına alır. Başkalarının bakışı bizim varlığmızı ve becerilerimizi şekillendirir. Ve bir süre sonra bu bakış bizim özkimliğmize yerleşir ve aslında özgürce yaşayabileceğimiz “tek bir yaşamımız” varken, kendi yaşantımızı kendi tercihlerimizle, kendi seçimlerimizle ve kendi inançlarımızla değil başkalarının bakış açısına hapsolmuş bir kimlikle şekillendiririz. 
Köşe yazımın kısıtlı satırlarına sıkıştırdığım naçizane görüş ve bilgilerimi bu haftalık sonladırırken;
topluma insan yetiştirenler için bazı farkındalıklar yaratmak istedim. 
Özgür bireyler, özgür kimlikler, özgün insanlar yetiştirme dileğiyle. . .
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.