Bana bir parmak kırmızı rom daha ver, Edith. Bir de barın ucunda tek başına oturan şu genç adama dök, benden. Sırtı bize dönük. Gömleği ne kadar beyaz ve ne kadar siyah ıslak saçları. Karşısındaki denizin yüzeyi ne kadar ışıltılı ve gökyüzünün maviliği ne kadar sarhoş edici.
Ben oyum ama o ben değil. Ben geri dönmeyi düşünüyorum, o bırakıp gitmeyi.
Perdeleri uçuran bu rüzgârın taşıdığı kokular beni çıldırtacak.
Döndür şu doksanlık Compay Segundo’nun kasvet verici diskini bir daha, Edith ve bana bir parmak kırmızı rom daha ver.
“Alto Cedro’dan Marcane’ye gidiyorum
Ondan sonra da Cueto’dan ver elini Mayari
Sana olan aşkımı
İnkâr edemem
Ağzım sulanıyor
Kendimi tutamıyorum
Juanika, Chan Chan’la
Kumsalda kum eşelerken
Nasıl da tiriyordu poposu
Azıverdi Chan Chan!”
Ver şu uzaktan kumandayı Edith. Bir rom daha koy bardağıma. Bir daha, bir daha dönsün bu kasvetli şarkı. Nasıl olsa bizden başka kimse yok barında ve dışarıda sıcaklık gölgede 40 derece.
Tembel sinek vızıltıları arasında yavaş yavaş Akdeniz’e inerken güneş, farkında mısın, nasıl da rüzgâr doluyor beyaz gömleği ve siyah saçları. Burnundan deniz suyu damlıyor. Ne düşündüğünü biliyorum. Aklı gemiye benzeyen o binanın birinci katındaki apartman dairesinde ölüm döşeğinde yatan o karı koca ihtiyarlarda. Kadın uzun loş koridorun sağındaki odada yatıyor, adam solunda. Duvarlara tutuna tutuna tuvalete gidiyorlar. Eğer tesadüfen karşılaşırlarsa birbirlerine selam vermiyorlar. Yıllardır birbirleriyle konuşmadılar ve konuşmadan ölecekler.
Neden? Nedenini ne o biliyor ne de ben.
“Patikadan kuru şekerkamışı yapraklarını
Temizle de
Yürüyüp şuradaki kütüğe
Oturuvereyim
Alto Cedro’dan Marcane’ye gidiyorum
Ondan sonra da Cueto’dan ver elini Mayari”
Bir rom daha, Edith. Bir de rahmetlinin içtiği filtresiz Players sigaralardan ve bir kutu kibrit. Yanından geçerken saçlarını okşamayı deneyeceğim. Ben oyum ama o ben değil.
Kuzeyde denizden gelenleri karşılayan bu sıradağlar, ilkbaharda şimşirlerin kokusu, Medoş lalesi, gelincik ve papatya, harnıp ve zeytin ağaçları, keklikler ve kırlangıçlar, zehirli batsali yılanların kuru toprakta bıraktığı izler, ıssız kumsallar ve sessizlik. Ve selvi ağaçlarının akşamüstü bahçede uzayan gölgeleri. Bütün bunları hem ben kaybedeceğim hem de o.
Ben nasıl geri dönebileceğimi düşünürken o kaçma planları yapıyor.
17 Mart 2022
İnanamıyorum! Daha iki gün önce bu yazı ile Metin Bey sayesinde öğrendiğim “Chan Chan” şarkısını dinlerken, “o yazıyı yeniden bulup okumalıyım” diye içimden geçirmiştim. Şimdi burada bugün görünce mutlu oldum :)) Yazının son paragrafı beni ilk okuduğumda da bugün de çok etkiledi. Sanki Metin Bey bir gün bırakıp gitmenin bilinciyle, o şahane bahçesine olan sevgisini dile getiriyordu o satırlarda. Bence siz de, biz de hep o bahçedeyiz Metin Bey, biz okurların da artik o bahçeden çıkması mümkün değil :) ve siz hep bizim gönlümüzdesiniz... Bu arada, bu yazıdan sonra kendime bir şimşir tarak satın almıştım :) Çok teşekkürler Metin Bey, çok teşekkürler…
MM'nin kendisini en iyi anlatan yazılarından biriydi. Hem kendisiydi, hem değildi. Biz oyduk ama o biz değildi. O bizdi ama biz o değildik. Onun içim onu/yazılarını seviyorduk, seviyoruz.