banner564

Derecelendirme nedir, neden önemlidir? Neden AKP’nin umurunda değildir

Bir ülkeye yatırım yapmanın riskini belirlemeye derecelendirme denir.
 
Bir ülkeye dışarıdan yapılan yatırımın miktarını genellikle o ülkenin derecesi belirler.
 
En üst düzey AAA’dır. ABD, Avustralya, Almanya, İngiltere, İsveç ve Norveç bu dereceye sahiptir.
 
En düşük derece CCC ve altıdır. Bu unvana sahip üç ülke var: Ukrayna, Yunanistan ve Venezuela. 
 
BBB- ve daha yüksek dereceye sahip olan ülkeler “Yatırım yapılabilir” sayılır.
 
BB+ ve altındaki dereceler riskli veya yüksek derecede risklidirler. Risk arttıkça faiz yükseldiği için bu ülkelere de para basanlar vardır. Ama bu yatırımlar spekülatif sayılır. Satın alınan kağıtlara verilen isim “zibil” tahvildir.
 
Derecelendirme, özellikle Türkiye gibi dışarıdan yatırım çekmek isteyen geri kalmış ülkeler için hayatidir.
 
Türkiye müzmin döviz darlığı içindedir ve tasarrufları kıttır.
 
Bu durum Türkiye’nin seçeneklerini kısıtlıyor. Ya tamamen kendi kaynaklarına bağlı bir kalkınma stratejisi izleyecek ve düşük büyüme, yüksek işsizliğe razı olacak. Ya da dışarıdan gelen yatırımlara çekici bir ortam hazırlayıp mümkün olduğu kadar çok denizaşırı yatırım çekecek.
 
İlk dönemlerinde bir ara AKP bunu anlar gibi idi. Ekonomiyi iyi idare etti ve dünyadaki büyük üç derecelendirme şirketinden ikisi, Fitch ve Moody’s,
Türkiye’nin notunu süprüntüden ‘yatırım yapılabilir’e yükseltti. Ama süprüntüden bir çentik yukarı.
 
Standard & Poors ise ısrarla verdiği notu ‘yatırım yapılabilir’in bir çentik altında tuttu.
 
Fitch’in Mayıs 2012’de Türkiye’nin notunu yükseltmesinin ardından özellikle tahvil piyasasına muazzam giriş olmuş, bundan da derecelendirmenin önemi anlaşılmıştı.
 
Ama tam anlamıyla değil.
 
Seçim kazandıkça AKP’nin kibir derecesi yükseldi. Reform “yapılacak işler” listesinden silindi. Ekonomi eskisi kadar iyi idare edilmemeye başlandı. Erdoğan ve yardımcıları Merkez Bankası’nı küçük düşürdüler, yatırımcıları “faiz lobisi” diye lanetlediler.
 
Yabancıların ve Türk yatırımcıların en çok güvendiği iki isim olan Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Şimşek kenara itildi.
 
Giderek uluslararası ortam da bozuldu. 2007’de ABD’de başlayıp dünyaya yayılan mali kriz, bol ve ucuz paranın kalkınmakta olan ülkeler lehine yarattığı iyi havayı sonlandırdı.
 
Dış politika amatörü Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırıp Orta Doğu’nun haritasız bataklıklarına çekmesi Türkiye’nin dünyadaki prestijini yerle bir etti.
 
Bu olumsuz gelişmelere AKP’nin Haziran’da yediği seçim dayağı ve buna Erdoğan’ın gösterdiği tepki eklendi. Erdoğan PKK ile savaşı yeniden başlattı ve ABD’nin PKK konusunda desteğini almak için de IŞİD’e savaş ilan etti.
 
Yaşam kavgası veren Erdoğan ve onun mutlak hakimiyeti altındaki AKP’nin artık ekonomiye ayıracak vakti yok. Siyasi istikrarsızlık nedeniyle bütçe şeklen yapılacak fakat Meclis’in bunu görüşmesi mümkün olmayacak.
 
Ekonomi için en büyük risk artık ticaret veya bütçe açığı değil siyasettir - yani Erdoğan ve Yeteneksiz Bay Ahmet.
 
Geçen hafta Brezilya reform yapmadığı ve ekonomisi kötülendiği için yatırım yapılabilir statüsünü kaybetti ve zibil tahvil sınıfına düştü.
 
Ardından Batı’da sıranın Güney Afrika, Rusya ve Türkiye’ye geldiği spekülasyonu yapılmaya başlandı.
 
Fitch bu ay, S&P Kasım’da, Moody’s aralıkta Türkiye’nin derecesini gözden geçirecek ve yeni bir not verecek. 
 
Daha da kötüleyeceği kesin olan bu koşullar nedeniyle Türkiye’nin bir not terfii alacağını ummak pek gerçekçi olmaz.
 
Ekonominin büyüdüğü yıllar ne yazık ki geride kalıyor.
YORUM EKLE

banner608

banner474