banner564

Geçen bir yıldan kalanlar

Bu gazetede çıkan ilk yazımın üstünden bir yıl geçti. Okuyucularımın fark etmiş olabilecekleri gibi, yazılarımda esas olarak daha önceki fıkra yazarlığı tecrübelerimde de izlediğim yöntemi izlemeye çalıştım: güncel olayları sadece hikâye etmek yerine, onları teorik arka planlarıyla birlikte ele alıp analiz etmek, bu arada kimi tavsiyeler yapmak ve öngörülerde bulunmak. 

Bugünkü yazımı geçen bir yıldaki yazılarımdan yaptığım seçmelere ayırıyorum, günün mana ve ruhuna uygun seçmelere…

‘’Bu yeni sistemde TBMM artık yürütme yetkisinin tek sahibi olan cumhurbaşkanını (’Başkanı’) etkili olarak denetleme araçlarından neredeyse büsbütün yoksundur. (Esasen, Cumhurbaşkanını denetlemesi şöyle dursun, TBMM’nin yasama yetkisi bile önemli ölçüde budanmıştır.) Bu denetimsizlik durumu, siyasî iktidarın, parlamento içi muhalefet dahil olmak üzere genel olarak muhalefeti düşmanlaştırmış olmasıyla da tutarlıdır. Oysa, muhalefet ve eleştirinin varlığı demokratik rejimleri demokratik olmayanlardan ayırt eden en önemli hususlardan biridir. / Kısaca, halihazırda Türkiye tek bir kişinin denetimsiz ve dengesiz bir yönetimi altındadır.’’ 
(14 Nisan 2019)
‘’Bugün Türkiye’nin rejimi akılcı biçimde organize olmuş yerleşik kurumlar ve kurallar aracılığıyla değil de, kişisel sadakat esasına göre işlemektedir. Devlet önce partileştirilmiş, parti-devletine dönüştürülmüş, bilâhare tek bir kişinin iradesine bağlanmıştır. /Sonuç olarak bugün Türkiye’nin siyasî ve idarî sistemine tam bir ‘’kişisel(ci) yönetim’’ anlayış ve pratiği hâkimdir. /AKP’nin favorisi olan bu sistemde devletin tek patronu, hiçbir siyasî sorumluluk mekanizmasına da tâbi olmayan Başkan veya ’yerli ve millî’ tabirle Reistir. (28 Nisan 2019)

‘’Erdoğan iktidarı [hukuku ‘hukuk’ olmaktan çıkarmak] konusunda eski vesayetçi sistemi bile geride bırakacak şekilde, hukuk kavramının adaletle, ’haklar ve güvenceler’ fikriyle olan zorunlu bağını tamamen kopardı ve Türkiye’yi tek bir kişinin keyfî iradesine kilitledi.’’ (25 Ağustos 2019)

‘’Başta çevremizde özerk ve güçlü bir Kürt siyasî varlığı oluşma ihtimalinden devletin duyduğu korkunun ve AKP’nin yayılmacı-Osmanlıcı emellerinin de etkisiyle, Türkiye bir süredir dışta da barışçı olmayan maceralara girişmektedir. Bu arada, her iki olumsuz gelişmenin de Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasıyla paralel gittiğine de dikkatinizi çekmek isterim.’’ (22 Eylül 2019)

‘’Türkiye içerde başta demokratik katılım olmak üzere Kürtlerin temel haklarını ve siyasî temsilcilerini tanımamakta ısrar eder, hatta bastırmaya çalışırken, Suriye’de odaklaştığı şekliyle dışarda da Kürtlerin kendi-kaderini-belirleyen veya en azından sözü dikkate alınan bir siyasî varlık olarak ortaya çıkma çabalarını engellemeye çalışmakla meşguldür.‘’ (6 Ekim 2019)

‘’Yaklaşık üç yıl önce başka bir vesileyle yazmıştım: ’(İ)ktidarının son yıllarında AKP yönetimi […] özellikle güney sınırındaki ülkelerde askerî güç kullanma yoluyla nüfuz kurma gayretleri içine girdi. Türkiye'nin Orta-Doğu'da bir nüfuz alanı oluşturma ve bu amaçla askeri operasyonlara girme yönelimini, Irak ve Suriye'deki son harekâtları söz konusu olduğunda, sadece PKK ve uzantılarının buralardaki etkisini kırma stratejisiyle ilgili görmek yanıltıcıdır. Bu, daha genel olarak, kendi yönetimindeki Türkiye'yi Osmanlı devletinin meşru vârisi olarak gören AKP'nin İslam dünyasının lideri ve hâmisi olma politikasıyla da ilgilidir. Bu aslında yayılmacı, emperyalist bir dış politika yöneliminin sözde hayırhah görünümlü bir söylemle kamufle edilmesinden başka bir şey değildir.’’ (20 Ekim)

‘’Türkiye’de ’halk yönetimi’nin (demokrasinin) yerini, hiçbir kişi ve kuruma karşı sorumlu olmayan ve sorumlu da hissetmeyen tek bir kişinin kayıtsız-şartsız hâkimiyeti almıştır. Son birkaç yıldır Türkiye’de ’parlamento’ yoktur; var olan, iyi-kötü seçimle gelmiş olsa da otokratik yürütmeden bağımsız hareket etme şansı bulunmayan bir heyettir. /Türkiye hem içte hem de dışta barış ilkesinden gitgide uzaklaşmaktadır. Birkaç yıldır maceracı bir dış politikanın olağanlaştırılmasına, içte toplumsal kutuplaşma ve Kürt kimliğinin bastırılması eşlik etmektedir.’’ (26 Ocak 2020)
‘’Bugün itibariyle Türkiye bürokrasisi, büyük ölçüde, ehliyetsiz ve liyakatsiz fakat sâdık (ve ’kesin  inançlı’) görevlilerden  oluşmaktadır.  Açıktır  ki, buna  Weberyen anlamda ’bürokrasi’  denemez.  Bu, devleti  yöneticinin  şahsıyla özdeşleştiren  ve  idarî  görevlileri ’kamu  görevlisi’ olarak  değil  de yöneticinin  sâdık  bendeleri  veya  hizmetkârları  haline  getiren, bildik ‘geleneksel yönetim’ anlayışıdır. Mesele şu ki, böyle bir ekiple modern bir devlet yönetilemez.’’ (9 Şubat 2020)
Kısaca, bugün itibariyle, içteki büyük sorunlarına ek olarak, Türkiye’nin dışta da tam bir çıkmaza saplanmış olması şaşırtıcı olmasa gerektir.


 

YORUM EKLE

banner471

banner473