banner564

Geçenlerde birisiyle arabada

Geçenlerde birisiyle arabada giderken, ona yasaklamış olmama rağmen, politika konuşmaya başladı.
 “Bir, çevre çapulculuğundan şikâyet etme,” demiştim ona. “İki, politika konuşma.”
 Belirli bir rezillik, niteliksizlik, utanmazlık, gülünçlük sınırı aşıldı mı eleştiriye, yoruma, tartışmaya falan yer kalmaz.
 Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmayı bir karakter özelliği hâline getiren birini terbiyeye davet etmek boşunadır.
 Bunları ve birçok başka şeyi tekrar tekrar söylemiştim ona, ama gene de konuştu.
 “Adama bak,” dedi. “Ne istediler de vermedik diyor. Milletim beni affetsin diyor. Ama başkalarını hapse tıkıyor. Onların suçu ne o zaman?”
 Diyorum ki, “Adama bakma. Dağlara, bulutlara, ağaçlara, güzel şeylere bak. Bırak ne derse desin, ne yaparsa yapsın. Sonunda varacağı yer bellidir. Sadece ne zaman varacağı bilinmiyor.”
 Dünya hep böyle idi, diyorum. Hep böyle kalacak. “... Karanlık içinde, kişinin yapabileceği tek şey kendisine ait, aydınlık yerlere çekilmektir,” diyorum, Ayşegül Savaş’ın romanından aşırdığım bir bilgelikle.
 Beni dinlemiyor.
 Ben de onu dinlemiyorum.
 Konuşup duruyor. 
 Düşünüyorum.
 O neden böyle, ben neden böyleyim?
 Aslında ben de onun gibiyim ama umursamamayı, fazla bir şey beklememeyi... Ne “fazla” bir şey? Hiçbir şey beklememeyi öğrendim.
 Keyifli bir umursamazlıkla hırpalanan doğa, hırsız politikacılar, adaletsizlik, insanların bencilliği ve para hırsı... Bunlar beni de rahatsız ediyor ama onu ettiği kadar değil.
 “Biz buyuz, başka türlü olamayız,” diyorum ona.
 Kafasını sallıyor ama hâlâ bir şeyler olabilir diye ümit etmeye devam edecek.
 “Ümit, olacak olanı olması istenenle karıştırmaktır,” diyorum ona.
 “Bu bir kültür meselesidir,” diyorum.
 “Kültür de bir toplumun var olduğundan beri biriktirdikleridir. Biz de bu kadar biriktirebilmişiz,” diyorum.
 Kafasını sallıyor ama değişmeyecek.
 Aslında onu değiştirmeye niyetim de yok.
 
Ne isterse o olsun. Ne düşünürse düşünsün, ne yaparsa yapsın.
 Özgür değil miyiz?
 Hiç olmazsa benim arabamda özgürüz!
 Ama düşündüklerini, eğer bunlar politika ve diğer yasak konuda ise, bana söylemesin.
 Şunu da düşünmüyor değilim: Belki o haklı, ben haksızım. Belki doğrusu onunki: Bileği taşına sürtülen bıçak gibi hayatın akışına sürtülmek ve bilenmek.
 Ama neyi kesmek için?
 Belki doğru veya eğri yoktur. Veya neyin doğru neyin eğri olduğunu hiç kimse bilemez. Veya bilen birisi varsa da o ben değilim.
 Acaba Pisagor’dan bir cümle çalıp ona “Ya sessiz kal ya da söyleyeceğin şey sessizlikten daha iyi olsun,” mu desem?

YORUM EKLE

banner608

banner473