Kan portakalı ağacının kuru dallarını kesiyorum bu sabah.
Bitirince, tıraşı uzamış bir adamın sakalı kesilip yüzü kolonyalandıktan sonra aynaya bakarken hissettiği rahatlamayı duyacağını umuyorum ağacın.
İtalyan yazar Carlo Emilio Gadda’nın (1893-1973) “günbatımına batırılmış portakal” diye tarif ettiği kan portakalı bu mevsim normal diyebileceğim ürün veren tek narenciye ağacım.
Yüklü olması gereken diğer ağaçlarım bu sene ilk defa beni düş kırıklığına uğrattı. Favori meyvem olan Yafa portakalında on meyve ya var ya yok ve onlar da yumurta ile küçük olma yarışına girişmiş sanki. Birkaç tanesi yumurtayı geride bıraktı.
Limonlar hem ufak hem de hastalıklı gibi. İki tatlı portakalın birinde hiç meyve yok, diğerinde on civarında meyve var. Oysa bu iki ağaç her kış yüklü olurdu. O kadar ki tatlı portakal seven arkadaşlarıma birkaç çanta taşırdım.
Bahçıvan “bu sene kimsenin ağacında meyve yok,” diyor ama bunun doğru olduğuna pek inanmıyorum. Şüphem, yazın ağaçları iyi sulamadığıdır.
Bir olasılık da ağaçların yaşlandığı için artık meyve vermeyeceği ya da çok az vereceğidir. Narenciye ağaçları 30-35 sene sonra kendilerini emekliye çıkarır.
Diğerlerinden genç olan kan portakalının yüklüce olmasını eve yakın olduğu için tarafımdan cömertçe sulanmasına veriyorum.
Kuru dalcıklar daha çok ağacın göbeğine yakın. Ağaç, az güneş aldıkları veya hiç almadıkları için kuruttu onları. Zamanla düşüreceği için kesmesem de olurdu. Ama ağacı cömertliğinden dolayı ödüllendirmek ve göz zevkime daha fazla hitap etmesi için yapıyorum bu işi. Hem de bir iş yapmış olmak için.
Keserken dallarda minik yeşillikler görüyorum. Yaprak olacak onlar.
Okuduğum kadarıyla kan portakalı popüler bir kokteyl mezesi olmuş, dilimleri ve suyu ile yapılan bir kek de nefismiş.
Kokteyl içmeye hiç niyetim yok. Kan portakalı keki yapma niyetim ise hiçten de az. Klasik yöntemimi uygulamaya devam ederek her gün birkaç tane kesip soymak ve dilim dilim yemek niyetimden sapacağımı sanmıyorum. Sıkıp suyunu da içebilirim ama bu bana biraz böylesi nefis meyveyi israf etmek gibi geliyor.
Ağacı yıllarca önce pazarın kenarında duran bir göçmenden almıştım. Yıllarca çiçek verdi ama mahsul vermedi. Tam başka bir tür aşılayacaktım ki birkaç meyve verdi ve sonraki mevsimlerde ürününü artırdı.
Kan portakalını kan yapan sıcak değil soğuktur. Ona kan rengini ve tadını veren, böğürtlen tipi meyvelerde de bulunan anthocyanin adlı bir kimyasaldır. Bu kimyasallar sonbahar ve kışta gece sıcaklığı gündüzden on santigrat derece daha düşük olduğu zaman tetiklenir.
Ağacı temizleyince iki portakal kesip bir tabağa koyuyorum ve yemeden önce kıskandırmak niyetiyle olmayarak fotoğrafını çocuklarıma ve birkaç arkadaşıma gönderiyorum.
Gene de İstanbul’da oturan eski dostum Yıldıray Ahmet’ten “yemeyeli yarım asır olmuştur,” diye bir mesaj alınca içim yanmadı değil.
61 yaşında kan portakalının kışın sıcaklık farkı nedeniyle salgıladığı kimyasal nedeniyle oluştuğunu öğrenmiş oldum. Teşekkürler MM. iyi ki varsınız.