banner564

Hep aynı şeydir dönüp dolaşıp gelen

Uyandığımda oda güneşsizdi. Ya güneş daha doğmamıştı ya da hava kapalıydı. 
Uzanıp baktığım saat onu on geçeyi gösterdi. 
“Sen uyku şişkosusun, oğlum,” dedim kendi kendime, şımarık bir esnemeyle. “Uyku tiryakisi.”
Pencereleri açtım. Geceleyin biraz yağmur yağmıştı. Rüzgâr dalları sallıyordu. Havada ıslak bitki kokusu vardı. 
Ağaçların arkasında yatan denizde kabarık olduğu zaman görülen beyaz çizgiler vardı. Dağın üzerinde bulutlar bir randevuya gecikmiş gibi doğuya koşuyordu. Belki gene yağacaktı. 
Kahvaltı ederken İstanbul’dan arkadaşım aradı. 
Dedi ki: “Beklenen korkunç hava geldi. Geceden beri müthiş yağıyor ve her an kara çevirebilir. Soğuk, çoook soğuk. Bırrrrr... Bugün evden çıkmayacağım.”
Dedim ki: “Başını pencereden dışarı çıkarıp üfle, yağmur biraz da bizim tarafa gelsin.” 
Kahvaltımı bitirince çizmelerimi giydim ve arabaya atlayıp kaplumbağa sahiline yürüyüşe gittim. 
 
Güneş görünüp kayboluyor, ışık azalıp çoğalıyor. Güneş sadece dünyayı aydınlatmaz. Işık azalınca benim de içimde bir şey azalıyor. 
Kayaların üstünde, elinde kamış, kıpırtısız bir balıkçı duruyor. Bin sene önce burada olsaydım aynı manzarayı görebilirdim. 
İnsanın bu balıkçı gibi kıpırdamadan durması için ya avcı ya da av olması lazım. Hareketsiz durma uzmanı hayvanlardır. Onların hayatı hem av hem avcı olmakla geçer. İnsanlar için her iki durum da artık ender olduğu için onlar hep kıpır kıpır ve sinirli. 
Deniz kaplumbağalarının yazın yumurtalarını gömdükleri yerlerde düzgün çukurlar vardı. Yavrular yumurtalarından çoktan çıkıp denize koşmuşlardı.
Kum zambakları tohum torbalarını açmaya, katran karası tohumlarını kumların üzerine dökmeye başlamıştı. 
Dalgalara dönüp çarmıha gerilmiş İsa gibi kollarımı açtım ve derin nefes aldım. Yüzüme minik su damlacıkları vurdu, gözlüklerim buğulandı. 
Deniz dağ gibi yekpare, sınırları belli değil, sürekli hareketli. Kıyısında durduğunuzda canlı bir varlığın yanındaymışsınız gibi hissedersiniz. 
 
Dalgalar dipten söktüğü kahverengi yosunları kıyıya yığıyordu. Taşıdıkları köpükleri ıslak kumların üzerine bırakıp geri çekiliyor, kabarcıklar, yeşil-mavi pırıltıyla kumun üzerinde köpürmeye devam ediyordu. 
Sert, canlandırıcı rüzgârı yüzümde hissederek, koyun ucuna doğru ilerledim. Kumların üzerinde, yan yana, köpek patilerinin ve çıplak ayakla yürümüş birinin ayak izleri vardı.
Güzellik her zaman seni geri çağırır, çirkinlik hep iter.
Güzelliğe alışmak, hatta ona karşı duyarsızlaşmak mümkündür ama çirkinliğe alışamazsınız.
Sahil denizden gelen plastik pisliklerle doluydu. 
Kirletilmişliğine rağmen orada bulunmaktan dolayı coşkuluydum. Zamanın başlangıcından beri sesi hiç değişmemiş, bütün hayatın kaynağı olan denizin umurunda değildi pislik. Kıyısında dinozorlar, arkalarında kemik bile bırakmadan yok olan, şekil ve şemailini hayal etmek bile mümkün olmayan yaratıklar görmüştü. Karnında sayısız deniz yaratığı taşıyordu. İnsan da gelip geçecek, ilk saflığına ulaşan akarsularla beraber o da tertemizliğine yeniden kavuşacaktı.
Rüzgâr gücünü artırdı. Beni sallıyor, geri itiyor, yüzüme kum savuruyordu. Uçup gitmemeleri için gözlüklerimi parmağımla burnuma bastırdım. 
 
Arabaya dönüp direksiyona geçtim ve karşıya baktım. Dalgalar daha da azmıştı. Deniz boştu. Karşıda, Torosların yönünde, bulutlar gökyüzüne çakılmış gibi duruyordu. 
Karnım acıkmıştı. Eve gitmeden önce bir kebapçıya uğramaya karar verdim. 
Garsonun gösterdiği küçük  masaya oturdum. 
Mutfağa giden kapı açıktı. Bir adam, çömelmiş, bulaşık makinesinin alt bölmesindeki tabakları inceliyordu. Arkasında, elinde klipsli kâğıt altlığı bulunan gözlüklü bir kadın duruyor, ciddi bir ifadeyle bir şeyler yazıyordu. 
Hamileliğinin son günlerinde, çiçekli elbise giyen bir kadın onlara katıldı. Diz çökmüş adam, gülümseyerek ayağa kalkmak üzere yükselirken başını çevirip bir an kulağını hamile kadının karnına dayadı. Gülüştüler. 
Hep aynı şeydir dönüp dolaşıp gelen. Mezarlıktaki ölü de benim, doğmamış çocuk da.
(4 Aralık 2012 tarihli notlarımdan)

YORUM EKLE
YORUMLAR
meral sezek
meral sezek - 4 yıl Önce

günaydın Münir bey sizi okumak iyi geliyor bu memleket havasında

Vatandas
Vatandas @meral sezek - 4 yıl Önce

Valla bana da ilac gibi geliyor. Birazcik olsun kendimizi bu depresif ortamdan uzaklastirip, kendimizi daha iyi hisstememizi sagliyor.

Ebedi Huzursuzluk İçinde Sürüklenirken
Ebedi Huzursuzluk İçinde Sürüklenirken - 4 yıl Önce

Keşke oturup kısa paragraflar, aforizmalar yazsanız ve bunu bir kitap haline getirseniz. Ne güzel olurdu...

Ruh İkizi
Ruh İkizi - 4 yıl Önce

Coğrafi olarak şanssız bir bölgede doğdum. Denizi ilk gördüğümde 17 yaşındaydım. Uzun bir süre bakakaldım. Hala da öyle düşünüyorum. Deniz canlıdır. Dünya da öyle. Salgılar.

Vatandas
Vatandas - 4 yıl Önce

Bazi filozoflar ozellikle son zamanlarda gittikce ilgi toplayan simulasyon hipotezi uzerine , bu evreni kendimiz yaratmis olabilecegimizden bahsediyorlar.

Yani insanlik gittikce gelismis bundan belki yuzlerce hatta binlerce yil sonra artik teknolojik olarak gercekten ayird edemeyecegimiz sanal gerceklik yaratabilecegimizi ve eger bu mumkunse (ki bilim insanlarinin cok buyuk cogunlugu bunun mumkun olacagi kanisinda ) o zaman bizim de boyle bir sanal gerceklikte olabilme olasiligimizin cok yuksek oldugunu iddia ediyorlar.

Yani icinde bulundugumuz bu dunyadan (bize gore) binlerce sene sonra teknoloji o kadar gelisecek ki artik gordugumuz hissetigimiz gercek mi yoksa komputer tarafindan yaradilmis bir sanal dunya mi bunu ayiredemeycegiz. Bunun sonucunda da , bu olayin (temel gerceklige gore) bunda binlerce sene once ulasildigina ve bizim simdi boyle bir evren icinde oldugumuzu iddia edenler var.

Nick Bostrom un "Simulation argument" isimli yayinini okumanizi tavsiye ederim.

Arguman: Eger gercekten ayrid edilemeyen bir sanal gerceklik HERHANGIBIR ZAMAN mumkun olursa/ olacaksa , o zaman bizim de boyle bir sanal gerceklik icinde olabilme sansizim hemen hemen kesindir.

Yani belki de bu yasadiklarimiz temel gerceklik degil ve olunce bu sanal dunyadan kopup gercek kimligimize donecebilme ihitmali de var. Belki de, sizin dediginiz gibi, o dogmamis cocugu , veya oluyu de defaalrca yasamisiz ve yasamaya da devam edecegiz. Her seferinde bir onceki hayatimizdan hicbir hatira kalmadan sanki yeniden dogmus gibi.

Vatandas
Vatandas @Vatandas - 4 yıl Önce

Sayin Fehmi Pekar,

-İnsan formunda dünyaya gelebilmek ayrıcalık iken bir de bunların arasında daha ayrıcalıklı olduğunu hissetme/anlama hoşluğunun sebebi? demissisniz.

Simulasyon hipotezine gore zaten "bizim insan formu" diye bildigimiz sey de bir simulasyon, yani butun evren simulasyon oldugu gibi biz de bu simulasyonun bir parcasiyiz.

Su "Brain in a vat" senaryosuna bir gozatmanizi tavisye ederim. https://en.wikipedia.org/wiki/Brain_in_a_vat

Burada simule edilmis gerceklik icindeki bilinclerin bunun farkinda olamaycagini ve icinde bulunduklari simulasyonu "KENDILERINE GORE GERCEK" olarak algilayacaklarini aciklayan bir senaryo.

Vampir oyunu hic duymadim ama anlattiklariniz bakilirsa, tam olarak herseyi anayamamissam bile, yine de ilginc bir oyun gibi gorunuyor. Birgun bol cocuklu bir ortamda denemek gerek.

Yalniz simulasyon hipotezine gore biz yine biziz, ama GERCEK KIMLIGIMIZ bizim bildigimiz gibi degil. Belki bu evrenin uzerindeki bir evrende yasayan varliklariz ve sadece "bizim bildigimiz insan" formunu deneyimlemek icin (veya herhangi baska bir sebepten dolayi) bu evreni ve bu formu yaratip , bu hayati deniyoruz, yasiyoruz. Nedenini kimse bilmiyor, bircok sebepler olabilir, ama bunun gercek olma olasiligi cok yuksek.

Yani kisaca eger teknoloji bu sekilde ilerlemeye devam ederse birgun gercekten ayird edilemeyecek simulasyonlar yaratcagiz (bilim insanlarini cok buyuk cogunlugu buna katiliyor) ve eger bunu "HERHANGI BIR ZAMANDA" basarabilecegimize inaniyorsak , o zaman mantiken bizim SU ANDA da bir simulasyonda olmamiz lazim. Ya da simulasyonda OLMAMAMIZ hemen hemen imkansizdir diyorlar.

Vampir oyununu arastiracagim :)

Tesekkurler.

Fehmi Pekar
Fehmi Pekar @Vatandas - 4 yıl Önce

İnsan formunda dünyaya gelebilmek ayrıcalık iken bir de bunların arasında daha ayrıcalıklı olduğunu hissetme/anlama hoşluğunun sebebi? -:)
Büyük bir kitle sarhoş gibi hiç ayıkmadan yaşamını tamamlarken bizler tıpkı 'vampir oyunundaki 'göz açma şansına haiz olanlar' gibi birbirimizi tanıyıp biliyor, buluyoruz ya ondan.
Daha çok lise/üniversiteliler arasında olmakla beraber çocuk-genç-yaşlı aile kalabalığı arasında da oynanabilir.
Çok zevklidir. O bücürler vampir olmadıklarına inandırmak için öyle diller dökerler ki şaşar kalırsınız, değme tiyatroculara taş çıkartırlar.
Küçük kağıtlara karakterler yazılır, işte halktan biri vs.tam hatırlayamadım. Bir kişi yönetir, komutları verir, ve beşte bir, 8 de 2, onda üç benzeri oranda vampir yazılır. Herkes kağıdına bakar ve tüm gözler kapanır, sadece vampir çekenler gözünü açabilir, sessizce birbirlerine bakar, tanırlar.
Sonra tüm gözler açılır insanlar vampir suçlamasını birbirlerine tahmini yöneltirler. İsteyen istediği kişiyi bilmeden, farazi suçlar. Ve dolayısıyla vampir olanlar olmayanları daha çok bilerek-:)
Suçlanan savunma yapar. Suçlama oranı yarıyı geçiyorsa oyundan çıkarılması için oylama yapılır. Çıkan kişi kimliğini söyler. Halktan bir elenmişse pişmsnlık duyulur.
Kötüler örgütlü, iyiler birbirinden habersiz. Tam Alatuka modeli/tarzı. -:)))
Son kalanlar arasında vampirler çoğunluğa geçtiklerini anladıkları anda arada kalanı hemen eler ve oyunu alırlar.

xyz
xyz - 4 yıl Önce

romantizmin dayanilmaz hafifligi

Hakan Güneş
Hakan Güneş - 4 yıl Önce

Çok iyi bir öykücü olarak anılabilirdiniz. En azından benim için Öykücü Metin Münir olarak kalacaksınız. Uzun ve sağlıklı bir ömür dilerim.

Özkan Kılınç
Özkan Kılınç - 4 yıl Önce

Bu güzel yazılar için teşekkürler

Ruh İkizi
Ruh İkizi - 4 yıl Önce

Dalganın gelişi gidişi,
Ak ciğerimin sesi...
Bundan âlâ canlı olur mu güzel dostum,
İşte budur Dünya ‘nın nefesi


banner471

banner474