Ekim 1963’te, Kaliforniya Üniversitesi’nin antropoloji bölümünde doktora öğrencisi olan Richard Borshay Lee Botswana çöllerinin ücra bir bölgesinde bir su kaynağının yakınında kamp kurdu.
Amacı o bölgede 300,000 yıldır avlayarak ve toplayarak yaşayan Ju/’hoansi’lerin son temsilcilerini araştırmaktı.
Ju/’hoansi’ler atalarının geleneksel topraklarında onlar gibi aslanlar, sırtlanlar, oklukirpiler, karıncayiyenler ve bir sürü başka hayvanın arasında avlayarak ve toplayarak yaşıyorlardı.
O zamanlar Ju/’hoansi’ler ve dünyanın başka ücra köşelerinde onlar gibi yaşayanların medeniyet trenini kaçırmış, sürekli açlık ve hastalıkla boğuşan bedbahtlar olduğu düşünülüyordu.
Eskimoların takatten düşen yaşlılarını buzlara terk ettikleri, aç pigme kadınların besleyemeyecekleri için bebeklerini yabani hayvanlara attıklarına dair hikâyeler vardı.
On bin yıl önce tarıma ve yerleşik hayata geçinceye kadar dünyadaki bütün insanlar Ju/’hoansi’ler gibi yaşamıştı. O zamanki hayatlar bütün bilim insanlarının sandığı gibi gerçekten açlık sınırında ve “Kısa, kötü ve şiddet dolu” mu idi?
Lee bunu öğrenmek için Bostwana’da her gün Ju/’hoansi’lerin topladıkları ve avladıklarını ölçtü ve önüne geleni soru yağmuruna tuttu. Onları gölge gibi izledi ve dokundukları her lokmayı tarttı.
On sekiz ay sonra not defterlerini toplayıp Amerika’ya döndü.
Bulgularını Nisan 1966’da Şikago’da topladığı Avcı Olarak İnsan Konferansı’nda, aralarında dünyanın önde gelen antropologlarının da bulunduğu bir topluluğa sundu.
Antropoloji tarihinin en çok konuşulan konferansı olacak olan bu toplantıda Lee, doğada hayatın kısa, kötü ve şiddet dolu olmaktan çok uzak olduğunu anlattı.
Lee’nin Botswana’daki ayları ülkenin büyük bir kuraklık ve kıtlık yaşadığı bir döneme rast gelmişti. Botswanalı çiftçiler havadan atılan gıda yardımı ile hayatta kalırken Ju/’hoansi’ler böyle bir desteğe ihtiyaç duymamış, yabani gıdalar ve avla kolaylıkla karınlarını doyurmuşlardı.
Lee’nin izlediği her kişi günde 2,140 kalori tüketiyordu ki bu önerilen ölçüden yüzde on fazlaydı.
Bu bağlamda en çok dikkat çekici olan Ju/’hoansi’lerin bu sonuca “çok mütevazı” bir çabayla ulaşmaları idi.
Aktif yetişkinler gıda aramaya haftada on yedi saatten biraz fazla zaman harcıyorlardı. Buna ek olarak haftada yirmi saat yemek hazırlamak, yakacak bulmak, barınak yapmak ve alet tamirat ve yapımı ile geçiyorlardı. Bu, Amerikalıların işte, iş yolunda ve ev işlerinde harcadıkları zamanın yarısından azdı.
Konferansa katılan ve dünyanın başka yerlerindeki ilk kabileleri inceleyen antropologların bulguları Lee’ninki gibiydi: Avcı ve toplayıcılar gıda bulma konusunda olağanüstü rahattılar. İhtiyaçlarını büyük bir kolaylıkla sağlayabiliyorlardı. Ve vakitlerinin çoğunu onlara zevk veren boş zaman faaliyetlerine harcıyorlardı. Hayatları bitmeyen bir yoksunluk ve mücadele olmaktan çok uzaktı. Tersine onlar “İlk Varlıklı Toplum” idiler.
Avlama ve toplama düzeni insana o zamanlar dünyaya hâkim olan iki sistemden, komünizm ve kapitalizmden, daha iyi bir yaşam sunuyordu. Daha huzurlu, daha çekişmesiz, şiddetten uzak ve daha tasasız.
Neden terk edilip tarıma ve yerleşik hayata geçildiği ise çözülmemiş bir muamma olmaya devam ediyor.
Devamı perşembe günkü yazımda…
Sistem işin içine giriyor siz iki makina ile iş yapıyorsunuz ve geçiniyorsunuz fakat bir zaman sonra biriktirme denilen gelecek kaygısı sizi esir alıyor