
Alışkın olmadığım bir sessizlik var.
Ne bir araç geçiyor ne de bir inşaat makinesinin sesi geliyor.
Ama kuşlar nerede?
Sıcağı boş verip bahçeye çıkıyorum ve incir ağacına doğru yürüyorum.
Birkaç gün önce oraya yaklaştığımda incir yiyen serçeler hep birlikte kaçışmışlardı.
Ağaçta olgun incir var ama serçe yok.
Nereye gittiler?
Sevimsiz ötüşlü kumrular, akşamları eve dönmeden önce servilerde dinlenen kargalar, kırlangıçlar, arı kuşları, yemliklerin abonesi baştankaralar… Onlar da yok.
Ne bir kanat çırpışı duyuyorum ne bir ötüş.
Ağustos böceklerinin cırlamasından başka bir ses yok.
Yemlikler boşalmış. Karınlarını doyurmak için başka yere mi uçtular?
Eve dönüp fıstık ve kenevir tohumu alıyorum ve yemlikleri dolduruyorum.
Sıcak mı kaçırdı onları?
Nereye? Ormana mı kaçtılar?
Okuduğuma göre, ısı dalgalarında, kuşlar güneş çarpmasından ve aşırı su kaybından ölebilirmiş. Küçük kuşlar, kırk santigrat derece sıcaklığa, suya ulaşımları yoksa, iki üç saat dayanabilirlermiş.
Bunu okuyunca yeniden dışarı çıkıp taş yalakları kontrol ediyorum. Üçü de dolu. Ama suları sıcak olmalı.
Bu hikâye Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin ürkütücü bulgularını açıkladığı gün oldu.
Rapordan öğrendiğime göre, saldığımız sera gazlarını süratle azaltsak bile sıcaklık “en az” 2050’ye kadar artmaya devam edecek.
Önümüzdeki 30 yıl içinde her yaz sıcaklık bir öncekinden yüksek
olacak. O eşikte en az bir milyar insan sıcak dalgalarında hayati tehlike ile karşı karşıya gelecek.
Kaçınılmaz bir biçimde daha sık rekor sıcaklıklarla yüzleşeceğiz, daha çok su baskınları ve daha çok kuraklık olacak, daha büyük yangınlar göreceğiz, tayfunlar daha fazla ve yıkıcı olacak ve eriyen buz tabakalarının yükselttiği deniz kıyı şehirlerini tehdit edecek.
İklime verdiğimiz zararı tamir etmek imkânsızdır. Ne yaparsak yapalım, ılık ve hoş, o eski havalar geri dönmeyecek.
Ama her şeyin daha kötü
olmasının önüne geçmek için hâlâ zaman var, diyor rapor.
Kasım’da dünya devletleri alınacak tedbirleri tartışmak üzere İskoçya’da bir araya gelecek.
Orada da etkin önlemler üzerinde uzlaşma mümkün olmazsa yanmak için cehenneme gitmeyi beklememize gerek kalmayacak. Bunu da ben diyorum.
Böyle karanlık bir geleceğin bilgisi ile nasıl yaşanır?
Benim için bu sorunun cevabı çok basittir:
Dünyaya zarar vermeden; dünyaya zarar vermeden yaşamayı çocuklara öğreterek.
Gözlerim güneşin altında kahramanca yaşamlarına devam eden ağaçlarda dolaşıyor. Bazı servi ağaçlarında su kıtlığında meydana gelen küçük dal kurumaları var. Bir kayısı ağacı da hepten kurudu. Ama diğerleri bu yazı da atlatacak gibi.
Bir yerde kuşlar için su bulundurmanın yeterli olmadığını, suya buz koyup soğutmak gerektiğini okumuştum.
İyi ama buz da bu sıcakta birkaç dakikada erimeyecek mi?



Kumruların ötüşünün sevimsiz olduğuna katılamadım. "Yusufu tutun" diye öterler. Ve ötüşleri bana göre,, ve sanırım bir yığın başka insana da göre,, çok ruhu yatıştırıcı, dinlendirici. Kumrular çok güzel öterler.
Yusufu tutun diye oterler demisiniz ,hangi dilde soylerler.Arapcami.Turkcemi,İngilizcemi...Guzel oterler gorusunuze katiliyorum.Ne dediklerini bilemeyiz.
Kendisi ötüşlerini sevimsiz buluyor olabilir, rahatsız edici de buluyor olabilir. Örneğin cırcır böcekleri de benim kulaklarımı tırmalar, ama gidip de onları öldürmüyorum, hatta yakından görme şansım da oldu kerataları birkaç defa.